|
ABD-Suudi Arabistan evliliği biterken...

ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve Suudi Kralı Abdülaziz bin Suud, II. Dünya Savaşı'nın sonu yaklaşırken 1945'te Süveyş Kanalı'nda demirlemiş Amerikan savaş gemisi USS Quincy'de bir araya gelir. Bu buluşma, 75 yıllık Amerikan-Suudi evliliğinin başlangıcı olacaktır. O günden sonra Amerikan petrol şirketleri, Suudi Krallığını dünyanın en büyük petrol ihracatçısı yapacak, karşılığında Suudi Arabistan topraklarını ve askeri tesislerini Amerikan birliklerine açacak ve Suud hanedanının korunması garantisini alacaktır.



1964 yılında tahta geçen Faysal bin Abdülaziz'in, ABD'nin 1973 Yom Kippur Savaşı'nda İsrail'i desteklemesi üzerine başlattığı petrol ambargosu, onu Müslümanların gözünde diğer Suudi Krallarından başka bir yere koymuştur. Kuşkusuz 1975'te Saray içi bir suikasta uğraması da, ambargo nedeniyle hesabının kesilmesi olarak görülür ve onu daha da kahramanlaştırır. Lakin Richard Nixon döneminin Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger ambargo konusunu görüşmek, daha doğrusu gerekli uyarıları yapmak için Suudi Arabistan'a geldiğinde, “Biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşadık, gerekirse yine öyle yaşarız,” diyen Kral Faysal, aynı zamanda Kissinger'ın anlaşmasını hazırladığı 'petro-dolar döngü sistemi'ni kabul eden kişidir. Yom Kippur Ekim 1973'te bitmiş, ambargo 1974'ün Mart ayına kadar sürmüş, Haziran'da Kral Faysal ABD-Suudi Arabistan Krallığı petrodolar anlaşmasını imzalamıştır. Yani Bretton Woods'un çökmesiyle beraber, doların hegemonyasını sürdürebilmek için çıkış yolu arayan ABD'ye aradığını Kral Faysal vermiş, karşılığında Suudi Arabistan'ın ABD için Teksas'ın yerini almasını sağlamıştır. Dahası, babası Kral Abdülaziz'in 1945'te Roosevelt'le buluşmasından önce, veliaht prens iken 1943'te, kardeşi Halid'le birlikte Roosevelt'in daveti üzerine Beyaz Saray'a gitmiş ve Amerikan petrol şirketlerine öncelik vermeleri karşılığında ABD'den Hanedan'ın güvenliğinin sağlanmasında destek almıştır. Ne ironiktir ki, Kral Faysal garantilediği Amerikan koruması altında, Saray'da suikasta kurban gitmiştir.



ABD-Suudi Arabistan ilişkileri iniş çıkışlar yaşasa da, hiç bugün olduğu kadar kötü bir noktaya gelmemişti. Kral Halid ve Kral Fahd döneminde iki ülke arasındaki işbirliği zirve yapmışken, Kral Abdullah döneminde çeşitli anlaşmazlıklar yaşanmıştı. Abdullah veliaht kralken Camp David nedeniyle Bill Clinton'la, kralken İkinci İntifada sürecinde George Bush'la ters düşmüştü. Ancak Suudi Arabistan Abdullah döneminde, İsrail-Filistin meselesinin ötesinde özellikle 2000'li yıllarda Irak nedeniyle Washington'la görüş ayrılığı yaşamaya başladı. Riyad, elbette Saddam'a bayılmıyordu ama ABD'nin 11 Eylül nedeniyle Irak'ı işgal etmesini anlayamamış, dahası Bağdat'ta Şiilerin domine ettiği ve İran'ın manipüle edeceği bir yönetim kurmasını kabul edememişti.



Aslında 11 Eylül saldırıları, ABD-Suudi Arabistan ilişkileri açısından bir dönüm noktasıydı. 11 Eylül'ün 19 hava korsanından 15'inin Suudi vatandaşı olması, dahası Usame bin Ladin'in Suudi Arabistan'ın en zengin ailelerinden birine mensup olması, Amerikaların gözünden kaçmadı elbette. Özellikle medya Vahhabiliğin el Kaide'ye ilham verdiğini işlerken, Riyad ise, el Kaide'nin üzerine 2003'te kendi topraklarında bombalar patlayana kadar ciddi şekilde eğilmemişti. Yine de küresel bir para sisteminin dayandığı evlilik sürmesi namına, ABD unutmuş gibi yaptı, Suudi Arabistan da teröre karşı işbirliğinde kapıları sonuna kadar açtı.



Ancak yine de evliliğin temelinde sarsılma yaşanmıştı bir kere. İran, Irak, el Kaide gibi konular eksenindeki görüş ayrılıkları nedeniyle Suudi Arabistan, o döneme kadar gerek görmediği farklı ilişkilere yönelmeye, Çin gibi Rusya gibi ABD'nin büyük rakip gördüğü ülkelerle görüşmeye ve askeri, ticari, ekonomik anlaşmalar imzalamaya; o zamana kadar yalnızca ABD'den silah alırken İngiltere'den de yüklü alım yapmaya başladı.



Derken Obama yönetimi, Arap Baharı'nın başlarında Abdullah'ın “Mübarek'in yanında durun” çağrısına kulak asmadı. Derken bölgesel ve küresel bir krize dönüşen Suriye meselesi geldi. Derken ABD liderliğinde P5+1 ülkeleri İran'la nükleer anlaşması imzaladı ve böylece Suudi Arabistan'ın kırmızı çizgileri aşıldı. Kral Abdullah'ın ölüp kardeşi Salman'ın tahta geçtiği döneme denk geldiği için, ABD-Suudi Arabistan arasındaki gerilim, Suudi Arabistan'daki yönetim değişimiyle ilişkilendiriliyor. Elbette bunda, Salman'ın ve 'de facto kral' olarak lanse edilen oğlu Muhammed bin Salman'ın, olayları Abdullah döneminden farklı ve daha sesli şekilde ele alışının ve bölgedeki çeşitli konularda Abdullah'la ayrıştıkları alanlar olmasının payı büyük. Ama iki ülke arasında yaşananlar, aslında oldukça yavaş seyreden, ancak sonu boşanmaya doğru giden ve geçmişi on yıla dayanan bir kopuşun hikayesi.



Dolayısıyla, ABD'de Suudi Arabistan'ın 11 Eylül'de rolü olduğunu vurgulayan ve Suudilere yönelik yargı yolunun açabilecek yasa tasarısı hazırlanması ve Kral Salman'ın bu yasanın Kongre'den geçmesi durumunda ellerinde bulunan 750 milyar dolar değerindeki FED tahvil ve bonolarını satarak ABD dolarının değerini düşürmekle tehdit etmesi hiç de hafife alınacak gelişmeler değil. Kısa süre önce The Atlantic'ten Jeff Goldberg'e verdiği röportajda “kendisini Suudi Arabistan'a bir müttefik gibi davranma zorlayan ABD'nin 'ortodoks dış politikası'dan irrite olduğunu” söyleyen Obama, bu hafta Riyad'a gitti, öncesinde de yasanın kongreden geçmesi durumunda veto edeceğini söyledi ama bunlar Amerikan yeni 'smart dış politikası'nın altındaki gerçekleri görmemizi engellemiyor. Dahası Obama'nın uçağını Riyad'da Salman'ın değil de Riyad valisinin karşılaması, Suudilerin de gidişattan hiç memnun olmasalar da, bunun gelip geçici bir şey olmadığını bildiğini gösteriyor.



Bugün değil, yarın değil, ama birkaç yıl sonra sıra dışı ABD-Suudi Arabistan evliliğinin bitişini görebiliriz. Zira ABD, Suudileri bölgedeki en büyük hasmı İran'la aldattığını açıkça gösterdi bile. Lakin bu evliliğin sonu, Kral Abdülaziz'in 1945'te garantisini aldığı, ABD'nin Hanedanlığa sağladığı korumanın da bitmesi anlamına gelir. Bu da Suudi Arabistan'da iç çatışmaların, siyasi karışıklığın, taht kavgalarının, belki de 'demokrasi' taleplerinin başlaması, hatta rejim değişikliğinin ya da parçalanma ihtimalinin doğması demektir.



Dahası, bu boşanmayla 1974 petrodolar anlaşmasının da sonu gelir. Mevcut dünya düzeninin merkezinde oturan bu evliliğin bozulmasıyla, yeni bir dünya düzeni de kurulacaktır. Bu yeni düzeni kimin kurmaya çalıştığını ise, iki haftadır bu köşede tartışmaktaydık zaten.


#Franklin Roosevelt
#Obama
#Arap Baharı
8 yıl önce
ABD-Suudi Arabistan evliliği biterken...
Seçkinlerin zuhuru
Göğümüzde uçuşan kuş tüyleri
Osmanlı"da partiler
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...