|
Obama sonrası ABD dış politikası ve yaklaşan Başkanlık yarışı
Ocak 2009'da ABD Başkanı olarak Beyaz Saray'a yerleşen Barack Obama'nın görev süresinin dolmasına 16 aylık bir süre kaldı. ABD'de Başkanlık yarışı başlamadan önce Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylar ve potansiyel aday isimler arasında polemikler kızışırken, ABD'nin Obama dönemi dış politikası ve Obama sonrası dış politikası da bu tartışmaların küçümsenmeyecek bir bölümünü oluşturuyor. Giderek şiddeti artan Obama eleştirileri ve beraberinde gelen-Obama-Bush dönemi karşılaştırmaları da bu tartışmaların önemli bir kısmını oluşturuyor.

Obama yönetiminin yürüttüğü dış politikayı cesurca savunanların sayısı 2013 yılına kadar stabil kalmışken, iki yıldan beri giderek azalıyor. Obama'nın ofisteki birinci döneminde, müttefikleriyle işbirliği ve çok yönlülük çizgisinde yürütmesini, Irak Savaşı'nı bitirmesini, El Kaide'nin merkezini hedef alan operasyonlarda, Usame bin Ladin'in öldürülmesinin bunda büyük payı var, başarılı olmasını delil göstererek ayakta alkışlayıp savunanlar, ikinci dönemde hikayenin 'mutlu son' yazan kısmının o kadar da mutlu olmayan devamını gördükten sonra, artık o kadar da emin değiller. İran'la müzakerenin İsrail ve Suudi Arabistan gibi sadık Amerikan müttefiklerini huzursuz etmesi, Küba'dan Panama'ya, İran'dan Rusya'ya ABD'nin katı, kesin ve oturmuş bir dış politika çizgisinin olduğu bölgelerde yürütülen çok yönlü diplomasinin bazılarına 'cesur yeni dünya' perspektifi açısından sevimli gelse de büyük risk içermesi, hatta Rusya'nın önünü açması pek çok kişiyi rahatsız ediyor. Putin'in emperyal hedeflerini birer birer gerçekleştirerek Rusya'yı Sovyetler'in çöküşünden sonra tekrar süper güç haline getirenin Obama'nın 'smart power-akıllı güç' olarak nitelendirilmeye çalışılan ancak gerçekte ABD'yi dış politika alanında zayıflatan yanlış politikaları olduğu düşünülüyor.

Irak Savaşı'nı bitirerek ABD askerlerini Irak'tan çeken Obama'nın 2014'te tekrar müdahil olmak zorunda kalması ve Irak'ın eskisinden de daha istikrarsız bir tablo içinde olması da, eleştirdiği Bush politikaları üzerine fazlaca naif düşündüğü yönünde eleştirilere neden oluyor. Afganistan'a odaklanarak Bin Ladin'in öldürülmesiyle El Kaide'nin merkezinin çökertileceği, böylece şebekenin büyük bir darbe alacağı yönündeki yaklaşımın da, özellikle IŞİD gerçeği ile, ne kadar hatalı olduğu söyleniyor. El Kaide'nin merkezinin hedef alınsa da tamamen çökertilememesi bir yana, El Kaide'ye bağlı grupların güçlenerek, boynuzun kulağı aşması gibi, önceden var olan El Kaide tehdidinden daha da büyük birer tehdit haline gelmesi ve yöntemlerinin daha tehlikeli, daha öngörülemez olması, Obama'nın kendisinin de itiraf ettiği gibi büyük bir yanılgıyı ortaya koyuyor. Öte yandan, Guantanamo'yu kapatacağı yönünde verdiği söz ya da Suriye'de kimyasal silah kullanımına karşı koyduğu iddialı 'kırmızı çizgi' resti gibi pek çok vaadinin arkasında durmaması, birinci döneminde yeni bir Amerikan dış politikası olarak pazarlanmaya çalışılan “Obama doktrini” tanımının, bugün itibarıyla ABD'yi küçük düşürmek ve alaya almak için kullanılan bir ifadeye dönüşmesine neden oluyor.

2008 seçimlerinde kendisine karşı yarışan Cumhuriyetçi aday John McCain veya Senatör Lindsey Graham gibi 'şahin' Cumhuriyetçiler, Obama'yı ürkek, etkisiz ve basiretsiz olarak tanımlarken, Jimmy Carter gibi 'güvercin' demokratlar düşüncesiz, umursamaz ve beceriksiz olarak değerlendiriyor. Öte yandan bazı eleştirmenler, Obama'nın dış politikasının, form değiştirmiş gibi görünse de, George Bush'un sinsi bir versiyonu olduğunu dile getiriyor.

2008 Mortgage kriziyle başlayan küresel ekonomik buhranın ABD için en korkutucu olduğu günlerde göreve gelen Obama, bu bağlamda en çok iç ekonomik meselelerle ilgilenmek zorunda kalmıştı. Büyüyen Çin'e karşı zayıflayan Amerikan ekonomisini yeniden güçlendirmek için dış politikada ipleri gevşetmek, yer yer tavizler de vermek gerekiyordu. İlk dört yıllık sürede Amerikan halkını memnun eden 'dünyanın polisliği' iddiasında vites düşürme hamlesi, finansal tablolarda işler yavaş yavaş eski halini alırken de devam edince 'zayıflık' ve 'acizlik' olarak algılanmaya başlandı. Arap Baharı'nda önce baharın yanında ardından karşısında durmayı tercih etmesi, Suriye ve Libya'da öncesi ve sonrası baştan aşağı birbiriyle alakasız bir politika izlemesi, İsrail-Filistin meselesinde barışa taraf gibi görünüp Washington'ın kıymetlisi İsrail'i küstürmesi, 79 İslam Devrimi'nden beri Amerikan halkına en büyük şeytan olarak tanıtılan İran'la buzları eritmesi ve bunun sadık müttefik petrol zengini Körfez ülkelerini kızdırması, Wikileaks'ten NSA belgelerine sızan pek çok dokümanın Obama yönetiminin hanesine yazılması, 2009'da Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki anti-balistik füze programından vazgeçerek Avrupa'daki müttefiklerinin bunun Rusya'yı ve İran'ı güçlendireceği yönündeki endişelerine kulak asmaması ve çok geçmeden Ukrayna'da beklenenin gerçekleşmesi sadece Obama'nın değil, aynı zamanda Demokratların hanesine yazılan eksiler.

Tüm bunlar, 2016 Amerikan seçimlerinde Cumhuriyetçilerin yarışı kazanma yönünde alacağı desteği artıracak ve ABD'nin alışılageldik çizgisine dönmesi için verilecek uluslararası çabayı perçinleyecek konular. Obama'nın eşcinsel evliliği yasallaştırması gibi aslında önemli bir kesimi dindar olan Amerikan halkını kızdıran hamleleri, muhafazakar Amerikalıların, demokratların Hillary Clinton gibi bir kadın adayda karar kılması halinde seçmemesine neden olacağa benziyor. Henüz resmen adaylığını açıklamasa da anketlerde, özellikle e-mail skandalı sonrası Amerikan medyasında tam bir aptal sarışın olarak resmedilen Hillary Clinton'a göre daha iyi bir performans sergileyen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ise bir diğer parlatılan isim. Ancak her ikisinin de Obama'dan çok farklı bir çizgiye kayacağı, daha doğrusu kaymaya cesaret edebileceği düşünülmüyor. Demokratlar arasında ön yarış şimdilik sönük geçerken Cumhuriyetçiler tarafında rekabet, özellikle Donald Trump sayesinde bayağı bir şenlenmiş durumda. Rakiplerine saldıran tweet'leri, aşırı militarist ve İslamofobik yorumları ile gündemi meşgul eden Donald Trump ise, acı ama gerçek, anketlerde üst sıralarda yer alıyor. Pek çok aklı başında insan Trump'ın gelecek ABD Başkanı olamayacağını düşünse de, Trump'ın bu popülaritesinin kendi adına olmasa da Cumhuriyetçilerin hanesine oy yazacağı muhakkak. Akıllıca bir taktik, zira Jeb Bush bile Trump'ın çılgın çıkışları nedeniyle ağırbaşlı bir başkan adayı portresi çiziyor. İçeriden ve dışarıdan Cumhuriyetçilere verilen güçlü finansal destek, Avrupa'da sağcı muhafazakarların yükselişi, diğer müttefiklerin de ABD'nin eski görüntüsüne dönmesi yönündeki hevesi bir sonraki ABD başkanının, konuşmak için henüz çok erken olsa da, bir Cumhuriyetçi olacağı izlenimini veriyor. Ve bu durum, ABD dış politikasıyla beraber, Orta Doğu'yu ve beraberinde dünyayı daha belirsiz bir geleceğin beklediğini ortaya koyuyor.
#ABD
#Beyaz Saray
#Barack Obama
9 yıl önce
Obama sonrası ABD dış politikası ve yaklaşan Başkanlık yarışı
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...