|
Ortadoğu: Mezhebi, etnik sorunlar ve ürkütücü gelecek

Medeniyetler beşiği olup, Batı Avrupalılarca Ortadoğu olarak adlandırılan eski dünyanın merkezi Küçük Asya ile birlikte birçok sorunu içinde barındırdığı gibi, İki asırdır"Düvel-i Muazzama"nın kurduğu dengeler, cetvelle çizdiği sınırlar içinde de cadı kazanı haline gelmiştir.

Son yıllarda çeşitli mahfillerde ve medyada çok sık dillendirilen "Yeni Ortadoğu", "Büyük Ortadoğu" projeleri çerçevesinde bölgeyi yeniden şekillendirme senaryoları süregelen olaylarla bitiştirildiğinde ürkütücü tablolar ortaya çıkmaktadır.

Bu coğrafyanın dini, mezhebi ve etnik yapıları da gözönüne alındığında, bölge sorunlarına gerçek anlamda zihin yoranları hafakanlara sokmakta, kâbuslar gördürmektedir.Batıdan bölgeye sürekli pompalanan ve Arap Baharı ile özdeşleştirilen"güzel gelecek ve özgürlük" rüya ve hülyalarının yol açacağı maceraların nerede duracağı, nasıl kanlı neticeler hâsıl edeceği tahmin bile edilememektedir.

Bir yandan Ortadoğu ve Küçük Asya''nın yeniden şekillendirilmesine ilişkin,90''lı yılların hemen başından beri öngörülen yapılanma diğer yandan bölgenin etnik ve mezhebi dengeleri üzerinden sergilenmek istenen proje ve senaryoların doğuracağı sorunlar insanı derin endişelere sevketmektedir.

İslam tarihinin ilk asırlarından bugüne bakıldığında Şii-Sünnî meselesinin derin çatlaklar barındırdığı görülmektedir. Hz. Osman''ın (r.a) şehadeti ile başgösteren fitneler, Cemel ve Sıffîn Vak''aları, Hz. Ali''nin (r.a) şehadeti, ardından Kerbela faciası ile kemikleşen çatlaklar, Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt-i Resul mensuplarına yönelik zulüm ve acımasız icraatları; karşılığında tepkiselliği, intikam, kin ve nefreti esas alan, aksiyoner değil, reaksiyoner mezhep ve meşreplerin doğmasına zemin hazırladı. Abbasiler devrinde ise, Fâtımilerin ortaya çıkışı Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye''de hakimiyet tesis etmeleri Büveyhiler ve Haşhaşinlerin (Hasan Sabbah) ortaya çıkışı akabinde gelişen olaylar ve yaşanan hercümerç tarih okuyanların malumudur. O dönemde tüm bunlar haçlı seferleri ve Moğol istilalarını kolaylaştıran faktörler olarak işlev görmüştür.

16. yüzyılda, Irak-ı Acem ve Azerbaycan''dan başlayarak, İran ve Horasanda Safevi devletinin yükselişi, neredeyse birbuçuk asır süren Osmanlı-Safevi savaşları da bilinmektedir. Esasen, Küçük Asya ile İran/Pers coğrafyası arasında, Pers-Yunan savaşlarından beri zaman zaman alevlenen çatışma ve savaşların her iki bölge açısından süreklilik arzeden bir zaferi barındırmadığı, kan, ateş ve dinmez acılar getirdiği ortada.. Zira Perslerin Daryus komutasında İstanbul''a gelişi, ardından Yunanlıların doğuya yönelmesi, Makedonyalı İskender''in Hindistan''a , İndus nehrine kadar ilerlemesi bir süre sonra her iki tartafın doğal sınırlarına çekilmesi ile sonuçlandı. Sasani-Bizans savaşlarında da aynı durum sözkonusu idi. Timur Osmanlı; Safevi-Osmanlı çatışmalarında ise, başlangıçta Yıldırım Bayezid devrinde Malatya ve Erzincan''a kadar uzanan Osmanlı; Ankara savaşı ve akabinde Bursa''ya kadar ilerleyen Timur... Safevilerin çıkışında ise, Tokat ve Maraş''a kadar ilerleme gösteren Şah İsmail; Çaldıran seferi akabinde Tebriz''e giren Osmanlılar.. Ertesi yüzyılda ise doğal sınırlara çekilme sözkonusu oldu.Bu tarihi gerçeklik, bölgede bu yöndeki çatışmaların geçici kazançlar göstermesine karşın, kalıcı derin siyasal/toplumsal yaraların oluşmasını beraberinde getirdiğini irâe etmektedir.

Tarihte Şiilik, birbirinden farklı bir kısım kolları/fırkaları ile (Keysaniye, Gurâbiyye, İsmailiyye vs.) tarihi boyunca, bilinç altı adeta Kerbelâ faciasının intikamını tüm bir ümmetten almaya konuşlanmış gibi toplumsal ve siyasal bir yansıma göstermesi, dâîlik temelli yapısı ile daha çok çatışmacı bir yönelimi içkindir.Diğer yandan ise, İran coğrafyasının Persler devrinden beri süregelen bazı temel bölgesel refleksleri ; karşılığında Arap dünyasında yaygınlaşan çatışmacı Selefilik/Vahhabilik de bölge sorunları yumağını daha da karmaşık hale koymaktadır.

Yanısıra, zor bir sürece giren Kürt sorununun bölgedeki temel/merkezi etkisi buna eklenince geleceğe ilşkin ürkütücü endişeler zihinleri bunaltan bir niteliğe bürünüyor. İslam dünyasının en merkezi ve hayati öneme sahip bir coğrafyasında meskun olan Kürtlerin İslam dünyasının merkezinin/ümmetin sorunları içinde alacakları/üstlenecekleri rol her açıdan belirleyici bir niteliğe sahiptir. Kürtlerin, dahası Kürtleri temsiliyet iddaasındaki örgütlenmelerin, odakların; son yüzyılda, ulus-devlet yapılanmalarının ürünü olarak çekilen büyük acı, baskı ve sıkıntıların faturasını tüm bir ümmete, Din''e ve coğrafyaya çıkarıp inançtan, ortak tarihten, birikim ve değerlerden soyutlanıp izole olma yönünde tercih kullanma eğilimleri biz kürtler başta olmak üzere tüm bir ümmetin, coğrafyanın ateşe atılması ile neticelenebilir.

Elbetteki, burada sürekli sorunları gösterip, fatura istemek kimsenin de haddine değildir.hem mezhebi, hemde etnik kırılma ve çatışma alanlarını tedavi edecek, tarafları memnun edebilecek çözümlemeler üzerinde zihin yormak en başta lazımgelen şeydir. Çatışma alanlarını minimize edecek, rehabilite edebilecek,toplumsal ve siyasal fay hatları oluşumunu önleyecek stratejiler herkes için vazgeçilmez öncelik olmalıdır. Bu da başta mezhebi hassasiyetleri fay hattına, çatışma alanlarına dönüştürecek refleks ve tutumlardan hassasiyetle sakınmayı gerektirmektedir. Nerde duracağı belli olmayan gerilim ve çatışmalara kapı aralamak kimseye yarar sağlamaz. Nitekim "Yeni Ortadoğu" için senaryo üretenler de, Armageddon heveslisi Evangelistler dışında, bunun getireceği çatışma alanlarının ve çatışmaların nerede duracağını, hangi felaketlere zemin hazırlayacağını kestirememektedirler. Ayrıca hiçbir devlet veya siyasi gücün Fâtımiler, Büveyhiler ve Safeviler gibi, onlara öykünen çatışmacı bir tutum/refleks içerisine girmeye hakları yoktur. Bu tür bir tutum/refleks başta bunu takınanlara zarar verir. Fâtımiler ve büveyhiler bu anlamda barışçı bir örnek olamaz.

Memlüklü ve Osmanlı devletlerinde Ehl-i Beyt mensuplarının,özellikle Emeviler döneminde, Kerbelâ faciası başta olmak üzere, karşılaştıkları acı ve zulümleri tazmine çalışan, bir nebze dindirmeğe ; Ehl-i Beyt-i Resul mensuplarının hak ve hukukunu muhafazaya, onları vikâye etmeye mahsus Nakîbu''l-Eşraflık müessesesi mevcuttu. Türkiye''de bu müessese günümüz şartlarında Türkiye sınırlarını da aşan kapsamlı bir şekilde, tekke ve zaviyelerle birlikte yeniden düzenlenip, tekrar behemahal kurulmalıdır.

Türkiye''de Tek-Parti dönemi resmi ideolojisinin, statükosunun çok uzun yaşamış olması, ülke ve coğrafyanın birçok tarihi fırsatı kaçırması, ve Ortadoğu''da gelişmekte olan olaylar, değişim ve sorunlara hazırlıksız yakalanmasına zemin hazırladığı gibi, Kürt sorunu, Alevilik sorunu başta olmak üzere bir çok sorun yumağını miras/enkaz olarak bıraktı.

Kürt sorunu konusunda, biz Kürtlerin şu konjonktürde önlerine gelen merkezi rolü görerek, küçük, izole ve çatışmacı, geç kalmış bir ulus-devlet alanına hapsolmak yerine, Adriyatikten Hindistan''a bütün bir coğrafyanın, hatta ümmetin onurlu öncüleri, liderleri ve büyük bir kavim olma şansını yakalaması herkes için hayırlı olacaktır.

Bu Konuya Devam Edeceğiz.

12 yıl önce
Ortadoğu: Mezhebi, etnik sorunlar ve ürkütücü gelecek
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle