|
Devletin zirvesi, devletin analizi

Lübnan’a asker gönderme tartışmasında farklı saflarda bulunmak gayet normaldir. Çünkü iki seçenek de diğerine göre farklı avantajlar, dezavantajlar içeriyor. Bir yanda, baştan sona kadar içinde bulunduğumuz, ateşkes için dünyayı harekete geçirdiğimiz bir sürecin ardından sıra sorumluluk almaya geldiğinde kulağımızın üzerine yatmak gibi izahı zor olacak bir tavır var.

Öte yanda, İsrail gibi bir hukuksuzluk devletinin Barış Gücü’nün başına bela açabileceği ihtimali... Herkes biliyor ki, insanlık dışı o 35 günün ardından İsrail yeniden saldırıya geçebilir ve bunun için de makul bir gerekçeye ihtiyaç duymayabilir.

Savaş devam ederken asker göndermek apaçık yanlış bir karar olurdu ama şimdi hiçbir karar tam olarak yanlış veya kesinlikle doğru değil.

Tehlikeli ve riskli bir denge durumu.

Ama malum, dış politika bazen risk demektir. Türkiye, krizi aşmak için gösterdiği üst düzey diplomasinin ardından şimdi elini taşın altına koyma çağrısına karşı sorumluluktan kaçarsa inandırıcılığını kaybedecektir. Bundan sonra hem bölgeyle ilgili süreçlerde, hem de benzeri kriz alanlarında daha az ciddiye alınacaktır. Erdoğan hükümeti bunu hesap etmek zorunda... Öte yandan, küçük de olsa oraya gidecek birliğin güvenliği bir başağrısı yaratmamalıdır. Hükümet bunu da hesap etmek zorunda.

Dışarıdan bakıldığında fotoğraf genel hatlarıyla böyle görünüyor. Tabiî devletin sahip olduğu bilgi ve kriterler bu fotoğrafı büyütüyor ve analizleri derinleştiriyor olmalı.

En azından böyle varsayıyoruz...

Ancak itiraf edeyim, Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir teslim töreninde yaşananlardan sonra bu varsayım benim kafamda bir hayli güç kaybetti.

Milli Güvenlik Kurulu Başkanı sıfatı da taşıyan Cumhurbaşkanı’nın sözleri beni; bırakın derin bir analizi, “devletin zirvesi”nde işlerin yürüyüşü konusunda derin bir endişeye sevketti.

Sezer şunları söyledi: “Bunu MGK’da da söyledim. Her yerde söylüyorum. Başka ülkelerin ulusal çıkarlarını korumak zorunda değiliz. Başka ülkelerin güvenlik sorunlarını çözmek bizim görevimiz değil. Kendi sorunumuz varken, başkalarının sorununu çözmek bizim görevimiz değil. Lübnan’a asker göndermesek de güçlü devletiz. Biz, BM’den karar çıkmadan maşaallah talip olduk. Olmadık mı?’’

Kendi ifadesiyle bu sözleri MGK’da da söylemiş Cumhurbaşkanı...

Türkiye devletinin bir numarası tarihi kararlara bir-iki karşı soruyla tepetaklak olacak böyle sığ bir analizle yaklaşıyorsa çok düşünmek lazım. Bunları kahvehanelerde de soruyor insanlar. Hatta daha fazlasını ve daha derinliklilerini. Peki hani, “büyük devlet” nutukları, hani Bosna’ya, Somali’ye, Afganistan’a asker gönderirken sergilenen tafralar, hani “bölgenin dinamik gücü” edebiyatları...

Sezer’in “analizi”nin okuması “kapatalım kapıları, dünyada olup bitenlere de tıkayalım kulakları” politikasından başka bir şey değildir.

Lübnan’a asker gider veya gitmez; daha tartışacağız. Ama, gölgesi yıllardır siyasal sistemin üzerinde esrarengiz bir karanlıkla vuran MGK’nın düşünce arkaplanı bu duyduklarımızdan ibaretse, oradan çıkan kararı bir daha sorgulama hakkımız vardır.

Keşke Sezer, gündelik hayatın herhangi bir kesitinde kolaylıkla elde edilecek bu görüşler için MGK’nın gizlilik kuralını bozmasaydı.

18 yıl önce
Devletin zirvesi, devletin analizi
Zamanda ve mekânda bir uyanış: Sîdî Ukbe Ulucamii
19 Mayıs’a 10 gün kala…
Uluslararası doğrudan yatırımları çekmek
Enflasyon, döviz kuru beklentileri ve CDS
İsrail ve Batı’nın çifte standardı