|
Toplumsal ağlar

Devletin rolünü öne çıkaran yaklaşıma göre, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Japon sanayileşmesi bir tür ''yukarıdan sanayileşme''dir. İleri Batı teknolojisi özellikle Sanayi Bakanlığı (Kobuşo) aracılığıyla ithal edilerek, Japonya''nın temel eksiklikleri giderilmeye çalışılmıştı. Bakan Ito Hirobumi, misyonlarını şöyle özetliyordu: "Batının endüstriyel sanatlarını süratle ele geçirmek suretiyle Japonya''nın eksikliklerini gidermek; gemi inşâ, demir yolları, telgraf, maden ocakları ve binalar dahil her türlü mekanik ekipmanı Bı modeline göre kurmak; böylece büyük bir sıçrama ile Japonya''ya aydınlanmayı ulaştırmak..." Bu amaçla çok sayıda yabancı uzman istihdam edildi. Fakat Bakanlık aynı zamanda Batı''ya teknolojik bağımlılığın tehlikelerini de seziyordu. Bunun için, yabancıların mümkün olan en kısa zaman içinde bilgi ve tecrübelerini yerlilere aktarıp ülkelerine geri dönmeleri isteniyordu.

Devletçi yaklaşıma göre, sanayileşmeyi sürükleyen toplum kesimi samuraylardı. Samuraylar sadece Meiji Restorasyonunu hazırlamakla kalmadılar, aynı zamanda onun yeni siyasî ve iktisadî yöneticilerini sağlayan temel kaynak oldular. Hirschmeier, samuray ruhunun sadece Meiji dönemindeki resmî politikaları belirlemekle kalmadığını, aynı zamanda bir çeşit standart kamusal tavır hâline geldiğini söylüyor: Militan yurtseverlik ile iktisaden rasyonelleştirilmiş Konfüçyen ahlâkın mutlu bir karışımı!

Bir yanda devletin, diğer yanda eski seçkinler sınıfının (samuray) Batı teknolojisinin ithalinde ve sağlam bir Japon sanayileşmesinin temelinin atılmasında büyük katkıları olduğu su götürmez. Fakat küçük tüccar ve zanaatçı sınıflarla bunların oluşturduğu yerel birlikler olmasaydı, sadece ithal bilgi ve makinelerle sanayileşme gerçekleşemezdi.

Japon sanayi devriminin ithal teknolojilerden ziyade, Tokugawa döneminde (1600-1868) geliştirilmiş tekniklerin yeni ortamda daha hızlı ilerletilmesine dayandığı, yani yukarıdan değil ''aşağıdan sanayileşme'' tarzında gerçekleştiği kanıtlanmış bulunmaktadır. Japon iktisat tarihçisi Nakaoka Tetsuro, hükümetin belirli (özellikle askerî) sanayilerin gelişmesine sağladığı desteğin önemli olduğunu kabul etmekle beraber, Meiji sanayi politikasının kusurlarının gözden kaçtığına dikkat çekmektedir. "Yirminci yüzyılın ikinci yarısında birçok üçüncü dünya ülkesi Japon modelini uygulama adına, ithal teknolojiye dayalı büyük sanayi projelerine muazzam kaynaklar ayırdılar ve tabiî ki başarısız oldular. İthal teknoloji ancak yerel faktörlerle uyumlu hale getirilirse işleyebilir; bunlar da ithal teknolojinin etkisiyle değişime uğrarlar. Japonya''da teknolojik modernleşme Batı dünyasından toptan teknoloji transferi sayesinde değil, Japon girişimci ve zanaatçılarının mevcut ekonomik yapıya uyan orta teknolojiler geliştirmeleri sayesinde mümkün oldu. Bu orta teknik veya teknolojiler hükümetin teknoloji politikasının ürünü değil, ülkedeki piyasa şartlarına verilen rasyonel cevaplardı. Sanayi-öncesi Japonya''sının teknolojik know-how''ının, genişlemekte olan üretim ve ticaret ağlarına katılan yeni fabrikalara uyarlanmasından oluşuyordu."*

Günümüzün KOBİlerine benzetebileceğimiz çok sayıda küçük işletme aynı zamanda ''bölge'' bazında güçlü bir işbirliği içindeydiler. Meiji hükümeti sayıları 270''i bulan feodal beyliği (han) ilga etmiş, yerlerine 72 vilayet kurmuştu (bunların sayısı sonra 43''e indirildi). Ne var ki, eski gelenek ve anlayışlar kolay kolay silinmiyor, özellikle girişimci zümreler kendi beylik veya vilayetlerinin sanayileşme yarışında geri kalmamasını teminat altına almanın çarelerini arıyorlardı. Bölge çıkarının böylesine ileri sürülmesi zaman zaman büyük modernleşme projelerinin uygulanmasına kadar gidebiliyordu. Mesela 1881 yılında Kyoto şehrinde içme suyu şebekesinin ıslahı ve değirmenlerin su ihtiyacının karşılanması amacıyla başlatılan Biwa Gölü projesi, on yıl içinde ülkenin ilk hidroelektrik enerji santralına dönüşecek kadar büyüdü. Elbette çoğu yerel ortak girişimler bu derece büyük ölçekli değildi. Fakat vilayet yönetimleri kendi çaplarında karmaşık ve büyük projeleri finanse etmekten geri durmuyorlardı. Temel amaçları yerel zanaatları ithal ürünlere karşı korumak ve yerel üreticilerin ulusal ve uluslararası pazarlara mal sunabilecek düzeye gelmelerini sağlamaktı. Bu durum yabancı tekniklerin ithalinden çok, yerli beceri ve bilgi düzeyinin tedricen yükseltilmesini gerektiriyordu.

Vilayet yönetimlerinin yanısıra, yine günümüzün ticaret ve sanayi odalarına benzetebileceğimiz, tüccar ve zanaatçı cemiyetleri kuruluyor; ulusal veya uluslararası fuar ve sergilere iştirak ediliyor; hatta üretileyılmaktadır. Bkz. Kenichi Miyashita ve David Russell: Keiretsu: Inside the Hidden Japanese Conglomerates, New York: McGraw-Hill, 1996. Eleştirel bir görüş için: Kuniyasu Sakai: "Japon sanayiinin Feodal Dünyası," Küresel Rekabet, M. Özel (ed.), İstanbul: İz, 1998, s. 93-113. Özetle: Japonya''da devlet-destekli büyük şirketler, küçük şirketlerin beceri ve esnekliklerinden yararlanıp dünya devleriyle küresel pazarda yarışmaya talip olurken; Türkiye''nin devlet-destekli büyük şirketleri, dünya devlerinin acentesi sıfatıyla küçük şirketlerin gelişmesine set çekmektedirler. Bu kafayla ne Doğu kalkınır, ne Türkiye!


25 yıl önce
Toplumsal ağlar
Ardında milyonlarca fidan bırakarak toprağa kavuştu
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!