|
O sahneyi görmeden...

Bir akademisyen anlatıyor: “Olup bitenleri anlamak için her gazetecinin mutlaka YÖK toplantılarını izlemesi gerekiyor. Orada konuşulanları bilmeden, orada oluşan atmosferi görmeden Türkiye''yi kavrayamazsınız...”

Ve Milli Eğitim Şurası''nın tartışıldığı son Rektörler Toplantısı''ndan bir sahne. Bir rektör YÖK Başkanı''na dönüyor ve “Sayın Başkan, siz o şura salonunda olmalıydınız ve davamızı orada savunmalıydınız” diyor. Alkış!

Bunun üzerine bir başkası söz alıp, “Hayır! Savaş devam ederken komutan cephede olmaz, muharebeyi karargahta yönetir” diyerek Erdoğan Teziç''in Şura''ya katılmamakla doğru olanı yaptığını söylüyor. Yine alkış!

“Savaş”, “cephe”, “komutan...” ülkenin en üst düzey bilim heyetinde kullanılan kelimeler bunlar. Nasıl bir mantık, ne trajikomik bir durum bu... Kime savaş açtınız, kimi düşman ilan ettiniz? Hükümeti mi, toplumu mu, bilimi mi, akademisyeni mi, özgür düşünceyi mi, çağdaş eğitimi mi” Hepsini birden mi?

YÖK Başkanı''ndan ne beklersiniz. “Ne demek savaş arkadaşlar, biz burada bilim için toplandık” demesini, değil mi? Tabii ki böyle demiyor.

Aksine, o toplantının ardından basının önüne çıkıyor ve bir komutan edasıyla “Şura''nın maksadı baştan bellidir. Biz Şura kararlarını tanımıyoruz” açıklamasını yapıyor. Kim inanır orada bilimsel bir değerlendirme yapıldığına, kim inanır YÖK''ün maksadının bağcıyı dövmek olmadığına!

Rektörler heyeti, ülkenin dört bir yanından gelen ve içinde kendileri gibi akademisyen olan birçok bilim adamının da bulunduğu bir Şura''yı tanımıyor, kararlarını hiçe sayıyor. Bunu da cumhuriyet adına yapıyor. Peki, Milli Eğitim Şurası kim adına toplanıyor? O da cumhuriyet adına. Üstelik Şura, YÖK''ten 50 yıl daha eski bir cumhuriyet kurumu. Kaldı ki, bir 12 Eylül ürünü olan YÖK''ün bu açıdan cumhuriyetle alakası tartışmalıdır. Ancak, esasında Türkiye''de bir kurumun “cumhuriyet”e ait olup olmamasının de önemi yoktur. Kime ait olduğu önemlidir.

Artık biraz toparlanalım...

Bazı kurumların üsluplarında hissedilir ve irite edici bir ton var ve bunların başında da YÖK geliyor. YÖK Başkanı''nın bir politikacıdan farksız demeçlerine bir çeki-düzen vermesi gerekiyor. Zira konu artık, hükümet-YÖK çatışması boyutunu aşmıştır. Ülkenin en hassas, sorunlu alanlarından eğitim kurumu üzerinde telafisi imkansız bir ayrımcılık rüzgarı estirilmaktedir. Teziçler gider, bakanlar gider ama bu kavganın izleri kolay kolay silinmez.

Zaten, Prof. Teziç, bugün yürüttüğü ölçüsüz kavgayla kendi hukukçu kariyerini kenara itmek bir yana, başında bulunduğu kurumu da gözden çıkardığı kanaati uyandırıyor. Eğitimin üst kurumlarından birinin, bütün varlığıyla kendini kavgaya adaması ve üstelik bunu komutan-savaş mantığına taşıyacak kadar ciddiye alması kaygı uyandırıyor.

YÖK, merkezde amansız bir siyaset yaparken kendi hakimiyet alanına giren bütün akademisyenlere siyaseti bir şekilde yasaklıyor. Öte yandan bilim eriyor, üniversitelerin saygınlığı azalıyor, dünya literatüründe Türk bilimcilerinin isimlerine rastlanmıyor. Yanlış sınav ve eliminasyon sistemi, tabiatı gereği zaten adaletsiz olan üniversite sistemini hem öğrenci, hem de hocalar nezdinde iyice itibarsızlaştırıyor.

Bir ideolojik aygıta dönüşen YÖK, bütün bu gerçekleri “cumhuriyet savaşımı” edebiyatıyla karartamaz. YÖK savaşamaz, gündelik siyasetin fanatik bir kanadı olamaz; siyaset yaparak bilimsel geri kalmışlığını kayıtlardan silemez.

Dikkat edin, ülke her alanda gelişirken sadece bilimde geriye gidiyor. Bu bir tesadüf değildir çünkü, akademya yönetimi ağır biçimde ihmal ediliyor, Türkiye''nin bilimsel potansiyeli haddi aşan bir inada kurban ediliyor.

Gün gelir bu ihmalin hesabını yine bilim sorar.

17 yıl önce
O sahneyi görmeden...
Mûsikî: Seslerin matematiği, Matematik: Sayıların mûsikîsi veya Matematik: Sayıların âhengi, Mûsikî: Seslerin âhengi.
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler