CHP’nin ‘açlığı’ masa ortaklarını da aşarak çayı görmeden çok önce paçayı sıvamasına yol açıyor…
Öyle ki, seçim kazanmadan, kazanacağı da şüpheli bir siyasi parti olarak, bakan koltuklarına kimlerin oturacağı tartışmalarının bu denli yükseldiğini daha önce duymamıştım…
Seçimlerde kendileri dâhil kimin, ne kazanacağı kestirilemezken, üstelik koltukları paylaşacağı daha altı parti mevcutken, bakanlıklar üzerinde toto oynanması nasıl bir politik hırsa denk düşüyor? Açlık oyunları böyle bir şey demek…
Darı ambarında müstakbel bakan isimleri ciddi köşe yazarları tarafından da okurlarla paylaşılıyor. Tabii tuzağa düşmemek lazım. Çünkü isimlerin alenen ortaya sürülüşü biraz da arenaya sürülmek gibidir. Muhalif gazetecilerin/köşe yazarlarının tam da seçime sayılı günler kalmış, kampanyaların en hararetli döneminde ‘iyi olmayacağını’ düşündükleri ve/veya istemedikleri isimleri aslanların önüne atması mümkündür…
Kemal Kılıçdaroğlu seçim kazanır, bu isimlerden birini Dışişleri Bakanlığı’na, diğerini de örneğin TBMM Dışişleri Komisyonu’nun başına getirirse, Türkiye nasıl geri sarılır hep birlikte izleriz.
Bu zaviyeden bakıldığında muhalefet liderleri içinde özel yeri var Kemal Kılıçdaroğlu’nun. Tarihi açıdan da öyle. CHP Genel Başkanları içinde Türkiye’nin meselelerine en az vakıf olan siyasi profildir…
İyi anlaşılsın isterim; bir konu üzerindeki fikirlerinin yanlış olduğundan veya iktidara gelmeleri halinde belli bir problemi çözme vaatlerinin doğru olmadığından bahsetmiyorum. Konuyu bilmemekten bahsediyorum…
‘Bilmemelerinin’ nedenini konuşmalarının genelindeki havaya bakarak yakalayabilirsiniz. Kılıçdaroğlu ve birçok CHP’linin 90’lardan, o yıllara ait ‘liberal’ düşünceden miras zihinsel kalıpları/klişeleri var.
Mesela yöneticinin her konuyu bilmesinin lüzumsuz olduğu gibi. İlk bakışta tartışılmayacak kadar doğru gelebilir bu düstur. Herkesin her konuyu uzman seviyesinde bilmesi zaten mümkün değildir ve onların deyimiyle “işin ehline” teslim edilmesi gerekir…
Bu model şirketlerde işleyebilir dedik ya; hacim devlete göre dar, derinlik bürokrasiye kıyasla sığ olduğundan hatalar çabuk fark edilir. Bedeli olur. İşten atılırsınız. Devlette ise fark edilmeyebilir. Siz ‘idare’ edilirsiniz. Dahası, “işin ehli” siyasi otoritenin himayesinde olduğundan, ‘körleşenler’ de çok olur.
Siz Batı’yla ilişkileri düzeltmeye çalışırken bir de bakarsınız ki, “eski düzene” dönüvermişsiniz. Nihayetinde anlarsınız ki, işin ehillerine “liyakat” madalyasını takanlar Washington’da oturuyor.
Hem bütün dünyada aynı anda patlaması mümkün seri savaşlar tehdidi altındayız hem de bunları boğacak çözüm mekanizmalarının çöktüğü noktadayız. ‘ABD/Batı liderliğindeki cari düzenin çözülmesi’ denilen bu…
Aynısı küresel ekonominin mevcut hali için de geçerli. Tedarik zincirleri istikrarsız. Üretim şebekeleri, süper güçler savaşırken ve rekabetleri kaynama noktalarına yükselirken çöker. Ve sizin “işin ehli” dedikleriniz aslında şimdi sallanan bu sütunların üzerinde eskiden yükselenler. Milli ayaklar yoksa yıkıldığında havada mı duracaklar?
‘İşin ehli olmak’ teknik meziyettir. Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun hareket etmek ise milli haslet…