|
"En iyi borçlanan ülke"nin siyasal gururu nereye gitti?

İnternational Financial Review Dergisi Türkiye''yi geçenlerde ''en iyi borçlanan ülke'' seçti. Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp, bu derginin, bu etiket için verdiği ödülü komedyen Rory Bremmer''den aldı. Şimdi bu tabloya bakınca, Türkiye''nin yaptığı tartışmalar yoluyla bu tablodan çıkmak için ne gibi bir gayret sarfettiği gözlenebiliyor? Çıkan krizlerin en azından bu tablodan çıkmak için gösterilen gayretlerin bir neticesi olması gibi bir durum sözkonusu olsa, krizlerin bedeline katlanmanın bir değeri olur. Ama her türlü krize katlanmak zorunda olan bir ülke, bu krizleri daha da derinleştirmek veya bir yerde yumuşatmak yoluyla hiçbir yere varamıyorsa, bu durumda yapılan tartışmaların ne için yapıldığını sormak gerekir. Üstelik, ''en iyi borçlanan ülke'' ödülünü bir müsteşar düzeyinde bir yetkili vasıtasıyla, hem de övünerek almanın ne anlama geldiğini bile unutmuş bir ülkede bu soruyu sormanın acısına da katlanmak gerekir...

Bu acı, mevcut siyasi kadroların gündemine girmediği için, merkez sağdaki ya da soldaki partilerin arkasında seçmen desteğinin, bundan sonra siyasetle toplumsal süreçler arasında anlamlı bağlantılar kurulmasından kaynaklan(a)mayacağı görülüyor. Siyasetin yeniden böyle ''organik'' bir yapıya kavuşması mevcut ''siyasi partiler düzeni'' içinde imkânsıza yakın birşey neredeyse. Mevcut siyasi kadrolar yolsuzlukların üstüne gitseler de, yolsuzlukları örtbas etmek için birbirlerini komisyonlarda aklasalar da, bunların, seçmen desteğinin gerçekleştiği yeri etkileme bakımından bir değeri olmayacak. Seçmen desteğinin şekillendiği yer bundan sonrası için sadece ''siyaset dışı süreçler'' ile ''gündelik maişet'' arasında sıkışmış bir yer olacak gibi gözüküyor. Bunun da açık iki sonucu var: Birincisi Türkiye''nin kendi geleceği üzerinde düşünme yeteneklerini iyice felçleştirmesidir, çünkü siyasetin olmadığı yerde böyle birşeyden sözedilemez. İkincisi de konuştuğu şeyler yoluyla Türkiye''nin başkalarına ait herşeyi konuşması ama kendine ait şeyleri konuşamamasıdır. Yani, temel sorun, Türkiye''nin ''eskimiş siyasal aklının'', ''en iyi borçlanan ülke'' olmanın bu coğrafyada yüzyıllardır varolan siyasi iradenin anlamı ve koordinatları bakımından ne ifade ettiğini bilememesidir.

Emekli General Erol Özkasnak''ın basına dönük ''cüret edemezler'' sözünün Türkiye''yi ''en iyi borçlanan'' ülke ilan etmeye kimsenin cüret edememesine katkı sağlayan bir yönü yok. Kimsenin artık aklına Türkiye''nin birgün ''en iyi borçlanan ülke'' olarak anılmasının akıllara bile gelmemesi gereken, şaka yollu bile söylenmemesi gereken birşey olacağının gerçekleşeceği gelmiyor. Böyle bir gurur gündemden çıktı sanki. Veya Mesut Yılmaz''ın ''mavi demeden, yeşil demeden, mor demeden bütün yolsuzlukların üstüne gidilmeli'' demesinin, Türkiye''yi birilerinin ''en iyi borçlanan ülke'' ilan edebilmesini ''siyasal gurur'' meselesi yapacak bir süreci başlatmaya dönük bir yönü var mı? Yılmaz''ın sözlerinde böyle bir duruşu gören kimse var mı? Öyleyse, post-modern darbeyi haklılaştırmaya çalışanlar da, post-modern darbenin mantıki sonuçlarına gecikmiş ve yumuşatılmış tepkiler veriyor gibi yapanlar da, gerçeğe temas etmeden konuşuyorlar.

Gerçeğe temas etmeden konuşulan bir ülkede de, ''küçük mevzi çıkarlarını'' korumak adına kafalarına göre demokratlık yapan siyasetçilerin demokratlıkları, en az post-modern darbenin savunucuları kadar boşlukta kalmaya mahkûm oluyor. Nasıl bir boşluk bu? İşte yukarıda söylediğimiz, herşeyi konuşurken aslında hiçbir şeyi konuşamama şeklinde bir boşluk. Osmanlı zamanında da, Cumhuriyet zamanında da, merkez bankası işlevi gören ama İngilizler''in kontrolüne geçmiş olan Osmanlı Bankası''nın kullanılması yoluyla başka devletlerin bu ülkede siyasal kontrol mekanizmalarına sahip olması karşısında taviz verilmemiştir. Osmanlı Bankası''nın denetimi karşılığında borç vermeyi kabul eden İngilizler''in teklifleri bu nedenle reddedilmiştir, Cumhuriyet kurulduğunda ayrı bir merkez bankasının kurulması için çetin siyasi müzakereler bütün risklerine rağmen bu nedenle göze alınmıştır. Çünkü siyasal bağımsızlık gerçek bir gündem ve hakiki bir siyasal duruş gerektirir.

Şimdi böyle bir gündemi var mı Türkiye''nin ''salon'' düzeyindeki siyasal tartışmalarının? Hâlâ post-modern darbe savunuculuğu yapanlar ya da zamanında demokrat tavır alamayıp, darbelere karşı gecikmiş tepkiler vermek yoluyla demokratlık devşirmeye girişenler, böyle bir gündeme temas edebilirler mi? Hayır. İşte demokrasi ve hukuk temelinde örgütlenmiş ''yeni bir siyasal akıl''dan bahsederken, kastettiğimiz şey, Türkiye''nin yönetim katındaki bütün kamplarıyla ve ağırlıklı kadrolarıyla bir ''siyasal gurur''u inşa etme yeteneğinden hızla uzaklaşmakta olduğu gerçeğinden dolayıdır. Bunun kaybeden bir ülke hiçbir şeyle bunu telafi edemez. Demokrasi ve hukuk temelinde örgütlenmiş yeni bir siyasal akıl bunun tek çaresidir...

23 yıl önce
"En iyi borçlanan ülke"nin siyasal gururu nereye gitti?
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!
İYİ Parti kongresinin kazananı kim
Şule öğretmen ve yeni maarif modeli