varsa hakkımızı helal ettik. İllâ hû!”
Biz de böyle dedik onun ardından ve kendisinin de bir derviş olduğunu düşünerek “İllâ hû!” diye ekledik.
Çünkü mülk de varlık da
Allah’ındır; mülk ve varlık geçidir,
bâkî olan ise sadece Allah’tır.
Mevlana’yı mesela! Söyleyebileceği değerli bir söze, yapabileceği önemli bir espriye engel olma korkusuyla muhatabına sessizliği telkin eden susuşlarıyla hatırlayacağız daha çok. Bir ay çekirdeğinin kırılma sesinde kaybolan ürkek kelimelerini arayacağız birlikte oturduğumuz kafelerde, parklarda…
Belki de rindâne yaşayışına takılacak aklımız daha çok. Hangi şehirlerin görülmeye, hangi yemeklerin tadılmaya, hangi çay ocaklarının oturulmaya değer olduğunu ondan öğrendiğimizi hatırlamakla yetinecek ve bu uğurda yaptığımız müşterek uzun yolculukların, kısa gezintilerin tanıklarına el atacağız. Beyhan, Derya ve Aysel’in nereye baktıklarını o zaman merak edeceğiz asıl, Mehmet’in dalıp dalıp gitmelerini ve Mevlana’nın insanları buluşturabilecek ortak ilgilerin yaman bir kâşifi olduğunu anlayacağız sararmış fotoğraflardan…
Mevlana’nın imzasını taşıyan kitapları, dergileri, belgeselleri ayrı ayrı zikretmeye gerek var mı? Varlığın devranını bir nokta ile özetleyiverirdi Mevlana diyeceğiz; çocuk bakışı ve ifadesindeki saflığı daha kalemi eline aldığı gün fark edişiyle aynı saflıkta yaşar gibi yaşadığını bilmeyen var mı diye soracağız mesela…
Yine bu yüzdendi sanki Mevlana’nın rüyadaki bir rüyada tanışıklık kuruyor gibi bakışı insanlara diye hükmedeceğiz; birazdan onun rüyasındakine benzer bir rüyadan uyanacakmış, hayatın katı gerçekliğinde irkilerek çevresindekilerin varlığına şaşıracakmışçasına…
Tıpkı Mevlana’nın mezkur yazısında “Mukadder olana şâhit olduk. (…) Küpeli Hakk’a yürüdü. Hep olduğu gibi hem hep bekleniyor, hem hiç beklenmiyordu.” deyişindeki gibi hep aniden oluveriyor olan, ölçülemiyor, daima yeni bir şey üzere buluyoruz kendimizi; “Dünya bu kadar ve biliyoruz eksile eksile yaşıyoruz işte, buna yaşamak denirse.” sözünü tekrarlıyoruz onunla birlikte…
“Bizlerse: Seyirci, her zaman her yerde,
bizler her şeye dönük, hiç dışına çıkmadan!
Ağzımıza dek doluyuz. Düzenliyoruz. Parçalanıyor.
Düzenliyoruz yine, biz parçalanıyoruz.
Kim bizleri böylesine ters çevirmiş,
her ne yapsak yola çıkan
birini andırıyoruz? O nasıl
son tepeden bir daha görünce koyağını
döner, duraklar ve oyalanırsa-,
öyle yaşıyoruz biz de, vedalaşıyoruz hep.”
Mevlana’nın dünya hayatını vedaya layık görmediğine tanık olmasam söylemezdim bunları. Ki, 56 yıllık kalbini 85 yıllık hâle getirmesinin sırrı da sanki burada. “Allah kulunu kalbi kırık olarak ister” diyerek, kırılmayı salt kendisine hasretmiştir mesela.