|
Harfleri sevmeyen hat yapamaz

Aşk, sanatın rahmidir. Mana / maneviyat onda toplanır; feyz ve ilham sanat suretine orada kavuşur; o mana ve suretin ferdiyeti aşan beklenilmezliği, güç yetirilemezliği, ibdaı, ihtiraı, inşa edilemezliğidir ki büyüler bizi. Sanatın tanımı da buradan türemez mi neticede: büyülenme anlarının, başkalarını da büyüleyecek şekilde varlığa çıkarılması...

Varlığa çıkarma sürecindeki her anı değerli ve her aracı mübarek bilen eslâfımız vakti, kelamı, harfi, kelimeyi ve kalemi sevmekle işe / sanata başlamış; Fuzuli’nin söyleyişiyle, zuhura çıkan her şeyi de yine onlar sayesinde aslına / menbaına / rahmine iade etmişlerdir:

İlm kesbiyle paye i rif’at

Ârzû-yı muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde

İlm bir kîl ü kâl imiş ancak

Örneğin hat sanatı / güzel yazı olarak miras aldığımız uğraşın, dün olduğu gibi bugün de aşk rahmine düşmeden, harfi ve kalemi sevmeden yapılması muhaldir. Zira hattatlık, bir eğitim / talim işi olmadan önce bir bakış, bir kalp ve gönül terbiyesidir.

Harfi sevmek ne demektir?

Harfi sevmek, varlığını onlardaki eğilmeye, bükülmeye, kıyama, secdeye, bir diğeriyle bitişmeye / bitişmemeye, bir diğerini uzatmaya / kısaltmaya tabi kılmaktır; varlık heykelini, içteki harekete, salınıma, değişmeye, duyguya ve duyuşa... zarf kılmaktır; harflerin kuruluğundan ve yaşlığından, sıcaklığından ve soğukluğundan, kısalığından ve uzunluğundan kendine mahsus gönül iklimleri, özel ölçüler ve ahenkler yaratmaktır; cenneti ve cehennemi kendi içinde birlikte inşa etmek; nûr ile nâr arasında rahmete, felaha, feyze, ilhama, fethe, tezekküre ve tefekküre açık durmaktır. Bu minvalde harflerde kendinden bir karşılık, maneviyatından bir suret bularak ilahi tecelliden bir nasip aramak ve bu nasiple kendisinden doğanı kendi ferdiyetinin renkleriyle telvin ederek, kendi varlığını ve sanatını konumlandırmaktır.

Bunlarla elde ettiği kalbî bir yönelişle, ilkin Allah’ın “kûn”, kulun ise “besmele” ile yarattığını öğrenen kişi, önce kendi yaratışına tahsis edilen “besmele”deki harflerle ünsiyet edip, ardından onlarla ülfet etme mertebesine eriştiğinde artık sanatın rahmi olan aşka doğru yola çıkmış olur.

Bu manada, Letâifü’l-İşarât’ında, (çev.: Ekrem Demirli, Fikriyat Yayınları, İstanbul 2020) Kur’an’daki 113 Besmele’yi, 113 ayrı şekilde tefsir eden Abdülkerim Kuşeyri’nin, A’râf Suresi’ndeki tefsirinin birkaç paragrafına, yukarıdaki sözlerimizi teyit tahtında uğramamızda yarar vardır:

“Besmele’deki be harfi kendinde meksur, ameli de hafzdır. Çünkü o harf, isimleri mecrur yapan harflerdendir. Bu harfin boyu yazıda kısa iken kendisini başka harflerden ayıran noktası bir tanedir ki; o ise azlığın sonudur. Sonra bu nokta harfin aşağısına konulmuştur. O da her bakımdan tevazu ve ezikliğe işaret eder.

Besmele’deki sin ise sakin harftir. ‘Be’deki işâri yorum işi kolaylaşmış olarak -zillet, eziklik, ceht ve vesile aramada- kalmamak demektir. Sonra takdiri bekleyerek sakinleşir. Allah kabul edilmeyi ihsan ederse, bu, istenilen şeydir; bir hükümle reddederse, zaten hüküm O’nundur. Bu durumda kendisinden razı olmakla takdire muvafakat edilir. Mim harfi ise dilerse O’nun minnetine işaret eder; sonra ihsan etmediğinde ise kaderden razı olarak takdirine uymaya işaret eder. (...)

Besmele’deki ‘sin’ bast yakınlığı esnasına kalplerin süruruna işaret eder. Bu bastın sebebi ise Hakk’ın emirlerini gözetmeleri, Hakk ile münacatın türlü incelikleri ve latifeleridir. Onlar, nimet cennetlerinde bol ve ikram edilmiş bir hayatta daimi ve sürekli rahatlık içerisindedirler. ‘Mim’ harfi ise Hakk’ın kendiliğinden onlara dönük sevgisine işaret eder. Bu sevgi onların kendisini sevmesini sağlar; bütün sevgi o sevgiden ortaya çıkmıştır. Başka bir ifadeyle Allah’ın onları sevmesiyle onlar Allah’ı sevmiş, onlara yönelmesiyle onlar Allah’ı talep etmiş, onlar hakkındaki iradesiyle onlar da Allah’ı istemişlerdir.

Bir görüşe göre muvahhitlerin (birleyenlerin) sırları Besmele’nin tecellisiyle rahatlar. Öyleyse kim o alana yönelirse, kutsiyet bahçelerinde dolaşır, ünsiyet kokularını koklar. Bir görüşe göre besmele fakirlerin kalpleriyle durduğu yerdir. Zenginlerin durduğu yer ise Arafat’tır.”

Fuzuli’nin sözüne tekrar dönerek söyleyecek olursak, harflerin künhüne vakıf olmanın ve bu vakıf oluşla onları sevmenin ve onları hüsnühat / güzellik katına çıkarmanın tek yolu hâl terbiyesidir. Bu terbiyenin esası, tarzı, yöntemi olarak tanımlayabileceğimiz tasavvuf ilminden beslenmeyenlerin, söz konusu iç oluşumu elde etmeleri ve harf ile sanat yapmaları zordur.

#Hat
#Harf
#Terbiye
4 yıl önce
Harfleri sevmeyen hat yapamaz
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle