|
Yeniden sanat

İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu''s Salikîn''inde vera'' mertebesi (haramdan kaçınma, menhiyyatan sakınma) bahsinde, vakti parçalayıp Allah''tan başkasına bağlanmaya sebep olan her türlü etkenden ve cem'' haline engel olan bütün hallerden sakınmayı vera''nın üçüncü derecesi olarak belirlerken, şu açıklamayı yapmıştır: "Vaktin parçalanması ile Allah''tan başkasına bağlanmak arasındaki ilişki, sebeple müsebbep arasındaki ilişki gibidir. (...) Yaptıklarını Allah için yapmayan başkaları için yapar".

Bu durumda sanatçının, "kendinden şey" olanı yaparken "Şu nesneye derler ki, helalliği ve haramlığı beraber ola" anlamındaki "mübah" ile (Ahter-i Kebir), "Şer''an haram olmayıp ancak zaruret olmadığı halde istimali takdir olunmayan" anlamındaki "mekruh" (Kamus-ı Türkî) arasında halka dönük yüzüyle bir salınım içinde olması, Hak''ka dönük yüzüyle ise "vaktin bütünlüğü" esasına göre hareket etmesi zorunlu bir durumdur.

Tam da bu yüzden sanat yapmak, hem yaptığıyla mü''min halkın aklını ve imanını parlatmak hem de Allah''ın yaratışını takliden kendi kibir içermeyen ibdası üzerinden Allah (sevgili) ile irtibatını güçlendirmek bakımından çifte bir ateşi tutmaya dönüşmektedir ve dolayısıyla sanat bizim dünyamızda Batı''daki gibi avangard bir eğilim olarak görülmemiş bilakis yüceltilmesi sakıncalı bir "mübâhât" (övünme sebebi) olarak ona talip olanların sayısı her devirde sınırlı kalmıştır.

Asıl konumuzdan uzaklaşmamak için, bu belirlemelerimiz ışığında sadece "an" algısına baktığımızda (ki, siz bunu "mekan", "imkan", "nimet", "emanet" vb. algılar şeklinde çoğaltarak da bakabilirsiniz) "şimdi" sanat konusunda, nasıl da seküler anlaşıyın tuzağına düştüğümüzü ya da düşürüldüğümüzü bir daha açıkça görmemiz mümkündür:

İslami idrak, tüm zamanların ve dolayısıyla işlerin Allah''a hasredilmesi (vaktin parçalanmaması) için uzayıp-giden zaman algısı yerine, "an" algısını içerir: Çünkü bilinç "Şu-ân''a takılı/ şu-ân''a tıkılı olduğundan,/ bilinç ol-ân''a hep geç kalıyor/ ve ol-ân bilinç için / geçmiş/ ya da/ hiç geçmemiş/ bir ân oluyor./ Oysa şu ân dahi geçmekte olan/ o ''geçmiş-geçmemiş'' ân/ -dan/ sızan.../ Ol-ân/ bilinci geçtiğinden, / bilinç ona geciktiğinden/ bilince, geçmiş bir ân/ gibi/ geliyor" (Özkan Gözel, Hızır ile Musa, İnsan Yay., İst., 2011).

Ama biz "şimdi", "an" ile ilgili bu "derin" bağlantıya, derinliğinden (içeriğinden) önce bağlam planında itiraz ediyoruz. Çünkü şu "hız çağı"nda, zamanın nasıl geçtiğini bilmeksizin, geçen zamanı "kayıp", gelecek zamanı "yetersiz" bularak yaşayan biri olmakla, kaybolanın ve yetersiz kalacak olanın "din" ile ilişkilendirilmesini makul görmüyoruz. Çünkü dinli ya da dinsiz herkesi aynı çarkın, aynı hayıflanmanın ve aynı telaşın / tedirginliğin içinde buluyoruz.

Hal böyle olunca "modernizmin" biçimlendirdiği "zaman" algısı ile İslam''ın biçimlendirdiği "an" algısını ayrıştıramıyor, bilakis ilkini yaşadığımız zamana mahsus normal bir durum, ikincisini içimizde, gönlümüzün derinliklerinde inancımıza ait bir bilgi kırıntısı olarak birbirine karıştırıp, bir senteze erişmeye çalışıyoruz.

Dolayısıyla bu bakışla, Müslüman sanatkarın, düşünüşünde / eyleyişinde "vaktin parçalanmaması"nı gözetmekle, Hak nezdinde müstehaptan müstağni, mekruhtan berî olma hassasiyetini anlamakta güçlüğe düşüyoruz. Hatta bu hassasiyeti devrini tamamlamış, çok geçmişte kalmış bir eğilim olarak anlıyoruz. Bu yüzden, söz konusu "an" algısıyla doğrudan bağlantılı olan, İslami mimari''yi, hüsnühat''tı, minyatür''ü, halı''yı, çini''yi ve (elbette) şiiri anlamaktan, bunlardaki ritmi, imgelerin imhasını, non-figüratif oluşu, trajedinin yokluğunu yorumlamaktan da aciz kalıyoruz.

Aynı şekilde, "vaktin parçalanmaması" esasında Müslüman sanatçının, amellerinin kaydedildiği bilinciyle hareket ettiğini, mübah ile mekruh arasındaki salınımının da "-e bilme" iradesini kullanma arzusuyla, bu iradeyi kendisine layık görene karşı "-e bilmeklik taslama ihtimali" arasındaki med-cezr''den kaynaklandığını unutuyoruz.

Bugün bu sentezciliği, aciz kalışları ve unutuşları kültürel değişim, haz duyumundaki farklılaşma, güzellik algısındaki değişim, bir Batılı kadar sanata vakıf olma gibi "kafir olamama"nın diliyle yapılmış tanımlar içinde makul kılmaya çalışıyoruz.

Bu dili ve ilgili tanımları tümüyle terkederek, İslami ve Batılı idraklar arasındaki fark''ı ortaya çıkarmadığımız sürece "yeniden sanat" dememiz ve onun esaslarını konuşmamız zor görünmüyor.

Bunlardan baktığımızda Müslüman roman yazar mı, resim yapar mı? şeklindeki sorular çok gereksiz kalıyor. Önce Müslümanca idrakı idrak etmenin idrakını kavramamız gerekiyor çünkü.

12 yıl önce
Yeniden sanat
Kara dinlilerle milletin savaşı
Korku zamanı
Boykotta kafalar neden karışık
Kimin enflasyonu
Terör örgütü elebaşı olarak İsrail portresi…