|
Birinci Petro yani Deli Petro'nun vasiyetnamesinin ilk maddesi; “Rusya, Avrupa'da cereyan eden bütün işlere, ihtilaflara, çekişmelere fırsat düştükçe karışmalı ve el koymalıdır” cümlesiyle başlar.

Petro'nun Vasiyetnamesi'nin ilerleyen satırlarında Çar, Ruslar'ın kuzeyde Baltık Denizi'nin ve Güney'de Karadeniz'in sahillerine günden güne yayılması gerektiği tavsiyesinde bulunur… Aslı Topkapı Sarayı'nda bulunan o Vasiyetname'ye göz gezdirildiğinde; tarihteki Osmanlı-Rus Savaşları'nın tamamının “Rusya'nın sıcak denizlere inme politikası”yla açıklanmasının şaşırtıcı olmadığı görülür.

Zira o Vasiyetname; Deli Petro'nun bütün bütün Osmanlı coğrafyasına göz koyduğu, Karadeniz'i iç deniz yapabilmek ve Ortodoks toplumları bir arada tutabilmek için ciddi mücadeleler verdiği gerçeklerini; konu hakkında bir şey bilmeyenlere bile belletebilecek kadar açık niyetler içerir.

Geçmiş böyle. Peki, bugün farklı mı? Bence değil.

Rusya Devlet Başkanı Putin, geçtiğimiz yıl Karadeniz kıyısındaki Kırım'ı, ABD ve AB tarafından meşru görülmeyen bir referandumla Rusya'ya bağlamakla kalmadı; bu yıl da tarihi boyunca hedeflediği “Akdeniz'e ulaşma” amacını IŞİD bahanesiyle Suriye'ye yerleşerek gerçekleştirdi. Rusya'nın, gaz şirketleri yoluyla Akdeniz'de petrol ve doğalgaz çıkarma/arama faaliyetlerine devam ettiği de bir devlet sırrı değil.

Rus Ortodoks Kilisesi'nin, Rusya'nın Suriye'ye kendi eviymiş gibi yerleşmesini “kutsal savaş” sözleriyle tasdiklediğini de hatırlatalım. Hristiyan ülkelerin, Müslüman ülkeleri ama o ama bu sebeple işgal etmesi, Ortodoksların da Katoliklerin de, hatta Protestanların da “kutsal” sayarak yüceltmesi ayrı bir tartışma konusu; ama bana kalırsa Putin'in cesaretinin kaynağı daha önemli.

Çünkü baktığınızda Putin'de, İmparator Petro'dan; modern Rusya'da da Çarlık Rusya'sından başka bir şey neredeyse göremiyorsunuz…

Kırım'ın 2014 yılında Rus topraklarına katılması, o eski “sıcak denizlere açılma” politikasının yeniden üretimi; Rusya'nın IŞİD bahanesiyle Suriye'ye yerleşmesi, Osmanlı topraklarına doğru o eski Rus yayılmacılığının bir yeniden üretimi ve “Kutsal Savaş” lafı da Rus Ortodoksisindeki milliyetçiliğin ve siyaset-din ilişkisinin bir yeniden üretimi gibi…

Öyle olmasaydı; 1917 Bolşevik İhtilali'nden sonra otokrasinin yıkılmasına, yerine komünizmin gelmesine, üstelik bunun 74 yıl sürmesine rağmen; Rus Ortodoksisi devletin –üstelik tamamen haksız olan- yayılmacılığını kutsayarak bu yayılmacılığı meşrulaştıracak denli güçlü ve siyasi kodlarla pekiştirilmiş şekilde kalamazdı; çoktan başı ezilmiş olurdu.

Geldiğimiz noktada, tarihi boyunca otokratik rejimlerle yönetilmiş, halkı büyük oranda köylü olagelmiş Rusya'nın tarihsel süreçte modernizasyon ve demokrasiyi zaman zaman tecrübe etmiş olmasına rağmen; sözgelimi 1917 Bolşevik Devrimi ya da Perestroika ve Glasnost süreçlerinden geçmiş olmasına rağmen; hiçbir zaman Batı standartlarında bir demokrasi olamayacağı iddialarını haklı buluyorum artık…

Çünkü Putin'in Rus çıkarları söz konusu olduğunda; herhangi bir ortak insanlık değeri filan dinlemeden; uluslararası dengeleri asla umursamadan hedefe, müdanasız ve paldır küldür şekilde yürüyüşünü gördükçe; ilerlemenin değil ancak “kendine dönmenin” mümkün olabileceğini düşünenlere katılıyorum…

Rusya, Deli Petro'nun ülkesi hala…
#rusya
#Deli Petro
#lazkiye
#ortadğu
9 yıl önce
Rusya
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık