Medeni Yasanın olsun Ceza Yasasının olsun hükümleri nesneldir. Herkes için eşit ölçüde geçerlidir. Ancak pratikte yargıç bu hükümleri uygularken takdir yetkisini kullanır, daha da önemlisi nasafet (insaflılık) ilkesine riayet eder (etmelidir). Böylece aynı nesnel hükümlerin kişiden kişiye farklı uygulandığına rastlanabilir. Adalet ancak bu uygulama ile yerine getirilmiş olur. Ve hukuk bu suretle zulme alet edilmekten kurtarılır.
Yasanın veya yönetimin üstün tutulup bireyin kişisel durumu dikkate alınmadığında adalet sağlanamaz:
Bu durumun en güzel örneğini Resulullah’ın uygulamasında görüyoruz.
Fakir sahabelerden biri bir Ramazan günü orucunu bozduğundan bahisle: “Mahvoldum yâ Resûlallah” diyerek ne yapması gerektiğini sorar. Gerisini Ebu Hureyre’den (r.a.) dinleyelim:
Resulullah (s.a.) sorar:
"Azad edecek kölen var mı?"
- Hayır.
"Arka arkaya iki ay oruç tutabilir misin?"
- Hayır!
"Altmış fakire yemek yedirebilir misin?"
- Hayır.
"Şuraya otur."
Peygamber’e (s.a.), içi hurma dolu bir zembil getirildi. Peygamber (s.a.), adama:
"Bunu sadaka olarak dağıt!" buyurdu. Adam:
- Medine'nin kara taşlarla kaplı iki yakası arasında bizden daha fakir bir aile yoktur, dedi.
Peygamber (s.a.) gülümseyerek:
"Öyleyse ailenle senye" buyurdu.
Bu olay, harika bir örnek. Üst sınıra gücü yeten bir alt sınıra geçemez. Daha da önemlisi, kefaret kategorik olarak herkese aynı ölçüde uygulanmıyor. Kişinin gücü ölçüsünde bir uygulama zemini bulunuyor. Resulullah’ın dağıtılmak üzere getirilen hurmayı o kişiye bağışlaması o kişiye mahsus bir olaydır. Genel kural değildir. Ancak insanların bireysel ve kişisel durumlarının dikkate alınması gerektiği hususundaki özen genel kuraldır.