|
Dışarıda yapamadı yakalandı

Esir kampına düşmesine sebep nihayet bir sokak lambasıydı. Bir isyan, bir başkaldırı şarkısıydı fırlattığı taş.

Kaçmayı kafasına koymuştu. Mümkün değildi esareti kanıksamak.

Hiç kimse inanmıyordu kaçabileceğine. Öylesine kuşatılmıştı her yan; gözetleme kuleleri, tel örgüler, köpekler...

Düşündü taşındı, hesap etti ve kaçtı.

Arkadaşları onda inşa etmişlerdi kendilerini; dışarıya açılan pencereleri, şehir şehir dolaştırdıkları umutları, adını bile anmaya cesaret edemedikleri özgürlükleriydi.

Ona yakınlıklarını yarıştırdılar hemen.

Biri, "Benimle dolaşırdı hep" dedi; diğeri, "Ranza arkadaşımdı" diye övündü; öteki, "Bir keresinde onunla yumurta yarışında.." diyerek başladı anlatmaya.

Yazık ki yazık, dışarıda yapamadı; yakalandı.

Ayağına prangalar vuruldu.

Mahkûmlar onu tekrar görmekten hiç hoşnut olmadılar. Geri "döndürülen" gurur duydukları arkadaşları değil, içlerinde büyüttükleri yenilginin ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Cüzzamlıymış gibi kaçtılar ondan; bakmadılar yüzüne bile.

Halbuki zincire vurulmaz bir yürek, yenilgiyi kabul etmeyen bir bilinçti o; iddiasından asla vazgeçmeyecekti.

Stuart Rosenberg''in "Cool Hand Luke" filmindeki kahramanına mahkûmların bu tavrı, her şeye rağmen ayaklarını sabit tutmaya gayret edenlere karşı "muhteremlerin" tavrına benziyor.

"Muhteremler" bir zamanlar radikaldi; ataerkil gelenekleriyle, emosyonal halleriyle bulaşıcıydılar.

Öfkeliydiler.

Otokratik sistemlere, despotizme, kokuşmuş monarşilere küfrediyorlardı.

Haklıydılar.

Mazlumların sesi, vicdanıydılar.

Jaures''in tanımladığı gibi, atalarının ocağından külü değil alevi aktarmak için "kaynaklara" dönmekten dem vurdular.

Literalizmden kaçarken bir tahakküm teolojisi Vehhabiliğin versiyonlarına tutuldular.

Mütevazı değil, dışlayıcıydılar; ağabeyleri, üstatları iplemiyordular.

Müteal değildiler.

Hind ve İspanyol tecrübelerini keşfedebilecek tecessüs ve tefekkürden yoksundular.

Sömürgeci Batı''ya karşıydılar ama Batı''nın künhüne vakıf olduklarından değil; Anatole France''nin öyküsündeki nehrin karşı kıyısında bulunduklarından.

On ikinci yüzyıldan itibaren içine kapanan, donuklaşan, velhasıl tarihin nesnesi haline gelen İslam''ın, on dokuzuncu yüzyıldan başlayarak kendini bulmaya, kendisi olmaya çalışan çığlığıdır "İslamcılık."

Üst limiti çizilmemiş, içi doldurulmamış acemi bir çığlık. Her çığlık gibi romantik, yaralı...

"Muhteremler" ilkin geçmişlerindeki bu çığlıktan korktular, sonra inkâr ettiler, şimdi de itiraf ediyorlar.

Kökten bir köksüzlük içindeydiler; çok kolay çözüldüler.

Günlerine ikbal devşirmek için bir lanetli gibi kaçtılar dünlerinden. Jung''un, bilinçten uzaklaştırılmış kişiliğin altyapısı diye nitelendirdiği "gölgelerine", nihilizm uçurumuna kadar getirip terk ettikleri gençleri ve kendilerine umut bağlayanları hedef seçtiler.

Oysa dünyevi bir başarı "yakalansaydı", omuzlarına basarak yükseldikleri bu insanlara yer vermemek için, verdikleri "emekleri" yarıştıracaklardı.

Kalitesiz, usaresiz, izansız elleriyle her alevi küle dönüştüren nasipsizliklerine yanacaklarına, pazar monteizminin yavşak medyasında dönüşüm ve değişim soslu "itirafnamelere" korkunç bir aymazlıkla imza attılar.

Altın buzağının önünde öyle apışıp kaldılar ki, başlarında kırk tane Harun dursa masivadan dönmezler.

Gönüllerine prangalar vuruldu artık iflah olmazlar.

Tuluatınız bitti pek sayın muhteremler.

Ah, nerdeyse unutuyorduk; işte buyurun, şurada duruyor "bibliyografyanız."

Projelerinizle birlikte onları da alın ve gidin.

Bize Mantıku''t-Tayr, Fethu''r-Rabbani de yeter. (Tuluat bitti, 12 Nisan 2006, Yeni Şafak)

Hemen herkesin İslamcılıktan lanetli bir dünya görüşü gibi kaçtığı yıllarda kaleme aldığım bu yazı Yeni Şafak''taki ilk yazılarımdandı.

Ortalıkta kimsecikler kalmamıştı.

Herkes bi şekilde, bir şey "olmuştu." Hâlâ İslamcıyım diyen üç-beş kişi ha var ha yoktu. Onlara da meczup gözüyle bakılıyordu.

Kimliğini Müslüman olmaklığın üzerinden ifade etmek "mesele" haline gelmişti. Bütün dünyada bu böyleydi. 11 Eylül saldırısı "İslamofobi"yi doruklara çıkarmıştı.

Son günlerde İslamcılık üzerine yapılan tartışma bana 2006 tarihli mezkur yazımı hatırlattı. Bir-iki kelimesini değiştirerek hatırlatmak istedim.

NOT
: "Gül''ü ne yapmak istiyorlar" başlıklı yazım üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik aradı. Hasbıhal ettik. "Sayın Gül ve Sayın Erdoğan geçmişte olduğu gibi oturup konuşurlar; kamuoyunda kendilerini tartıştıracak bir durum içine girmezler" şeklinde hülasa edilecek konuşmasının bazı yayın organları tarafından çarpıtıldığını dile getirdi.
٪d سنوات قبل
Dışarıda yapamadı yakalandı
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon