|
Zehrini akıt bakalım

Zaman ve yer farklı olsa da farklı kuklalar veya tetikçiler veya taşeronlar devreye girse de son derece kompakt bir saldırıya maruz kaldığımız artık aşikâr.



Üst akıl

” gibi kavramlaştırmaları itibarsızlaştırmakla veya sulandırmakla bu hakikati sürgit gizlemek mümkün değildir.



Gizleyeyim diye çok zorlarsanız, bu sefer kendinizi gizleyemez, kabak gibi açığa çıkarsınız.



Oysa biz sizin “gizli” halinizi çok sevmiştik, bırakın sevmeye devam edelim. Olsun canım fark etmez; nasılsa alıştık biz kandırılmaya.



***


Cengiz Çandar

sonradan bin pişman olsa da bir defasında boş bulunmuş “

üst aklı

” şöyle faş etmişti: “

ABD post-modern darbeyi destekledi. Meğer 28 Şubat'tan iki hafta sonra, 12 Mart cumartesi günü Washington'da Dışişleri Bakanı Albright'ın çağrısıyla bakanlığın yedinci katında, Türkiye toplantısı yapılmış. Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi orada. Türkiye'ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o gün konuşulmuş. Toplantıdan çıkan sonuç, 'doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli' olmuş…



Kestirmeden söyleyelim:

28 Şubat post-modern darbesiyle

, paralel örgütün “

orduya kumpası

” birbirini tamamlayan süreçlerdir.



Şayet

28 Şubat

olmasaydı,

paralel örgüt

, devletin kılcal damarlarında “

teknik nakavt

” yapacak düzeyde yerleşemez, siyaseti akrep gibi sokamazdı.



Sanıldığının aksine, 28 Şubat'ın hedefi “

irtica

” falan değildi. “

İrtica

” maskeden veya susturucudan ibaretti, esas hedef “

milli orduydu.



Yaz aylarında

Kur'an

öğrenimi yasak edilmeseydi, başörtüsünden dolayı kızlarımız üniversitelerden atılmasaydı, nihayetinde, “

din ve millet düşmanı ordu

” algısı yerleştirilmesiydi, paralel örgüt gündüz gözüyle orduya “

kumpas

” kurabilir miydi?



Mesela,

Bülent Arınç

'ı meze yaparak “

kozmik odaya

” girebilirler miydi?



Demem o ki, 28 Şubat'ın

Çevik Bir'leri

olmasaydı, Türk Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı

Org. İlker Başbuğ

'u “

silahlı terör örgütü

” kurmak iddiasıyla içeri atmaya güç yetiremezlerdi.



Milli orduyu, “

Peygamber ocağı

” belleyen bu millet ayaklanır, paşasının cezaevine girmesine engel olurdu.



Paşasının Başbakanı

” manşetiyle “

Beşinci Kol Faaliyeti

” yürütenler de, “

Milletin Paşasını

” görür, kıç üstü otururlardı.



Bu vesileyle söyleyeyim: 28 Şubat'ın yaraları daha yeni yeni sarıldı; millet ordusuna artık kuşkuyla değil güvenle bakıyor.



Ne ki, “paralelci network” seyretmiyor, çatallı dilleriyle bu güveni yıkmak için her yolu deniyor.



Aman dikkat: Mezkur güven, maazallah, yıkıldı mı, bir daha asla tesis edilemez.



Bu da “

topraklarımızı gavurlara çiğnetmeyiz

” diyerek

Sakarya

'da 22 gün 22 gece direnenlerin aziz hatırasına, velhasıl, “

direniş ruhuna

” ihanettir.



Hülasa, işgale davetiye çıkartmaktır.



***


Gezi

kalkışması ile

17- 25 Aralık'taki Pensilvanya darbe teşebbüsü

arasındaki bağı artık kimse inkâr edemiyor.



Her şey gözümüzün önünde oldu. Çadırları yakma emrini veren paralelci polislere varıncaya kadar.



İstanbul 1. İdare Mahkemesi

”nin

Taksim Yayalaştırma Projesi

'ni 6 Haziran 2013'te iptal ettiğine dair kararını haftalar öncesinden bildikleri halde saklayan

Gezici Taksim Dayanışma Örgütü

'nün, “

Havaalanı yapmaktan vazgeçeceksiniz, boğaz köprüsü yapılmayacak

” gibi şartlarını uçak korsanları gibi dile getirmesiyle, paralel örgütün 25 Aralık'ta köprü ve havaalanlarını gerçekleştirecek müteahhitleri hedefe koyması son derece kompakt faaliyetlerdir.



Müstevliler,

Gezi

'de ne kadar coşmuşlarsa, 17 - 25 Aralık'ta ve hatta 7 Haziran'da (“Selahaddin Eyyübi durduruldu” demişlerdi) o kadar coşmuşlardı.



***


Savcı Bharara

'nın paralelci o basketbolcuyla “twitter” üzerinden “

sevişmesiyle

” İngiltere Başkonsolosunun

Can Dündar

'la mahkeme koridorlarında

selfie

çektirmesi arasında en azından üslup bakımından bir bağ yok mu?



Peki,

MİT TIR'larına ihanet operasyonu

gerçekleştiren paralel yapıyla, bu operasyonun algı faaliyetini yürüten

Cumhuriyet gazetesi

arasında (“Türkiye'yi terörü destekleyen ülke” olarak uluslararası kamuoyuna jurnalleme bakımından) hedef birliği yok mu?



HDP'li Demirtaş

'ın (fakir fukaraya kurban eti dağıtırken şehit edilen 16 yaşındaki Yasin Börü dahil) 52 yurttaşımızın katledilmesine neden olan

Kobani provokasyonunu

başlatan sözleriyle

Kılıçdaroğlu

'nun kana aşeren o sözleri arasında üslup bakımından da mı bir bağ yok?



Kılıçdaroğlu

'nun “

hendekteki arkadaşları

” ile kaset kumpasıyla kendisini CHP genel başkanlığına oturtan (17- 25 Aralık darbe teşebbüsünü gerçekleştiren) “arkadaşları” arasındaki ilişkiyi görmezden gelmek mümkün mü?



Nihayetinde “

iki paralel örgüt

” de “

üst akla

” çalışıyor mu? Biri “

kara kuvvetleri

” olarak, diğeri “

kumpasçı

” olarak.



Her şey gözümüzün önünde oluyor. Ve bakmasını bilen için her şey son derece kompakt.



Cengiz Çandar

geçtiğimiz yıl

Edelman

ve

Wolfowitz

'in hazırladığı bir raporu referans göstererek, “

iktidara gelmeyi ve iktidarda kalmayı sadece Türkiye'deki sandık zannetmeyin

” diyerek,

Erdoğan

'a, “

Neocon vesayeti

” adına adeta racon kesmişti.



Sevgili Etyen Mahçupyan'ımız

da birkaç gün evvel,

Erdoğan'ın sandık üzerinden Türkiye siyasetini kontrol etmeyi amaçladığını

dile getirdi.



Ne diyelim, sağlık olsun.




#Üst akıl
#Can Dündar
#Paralel örgüt
#Cengiz Çandar
8 yıl önce
Zehrini akıt bakalım
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle