|
Türkiye’ye evlat olmak

Vaktiyle “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor” yazmış günlüğüne Ahmet Hamdi Tanpınar. Aradan geçen bunca zamana rağmen vaziyet hâlâ aynı, değişen bir şey yok. Türkiye kendinden başka bir şeyi dert etme imkanını vermiyor evlatlarına, vermez. Hani bir ilim meclisinde talebe “bidâyette yalnızca Allah vardı” deyince hocası “El’ân öyledir evladım el’ân öyledir” demiş ya, aynı o hesap. İsveç müsaade eder oysa İsveçlilere, Amerikalıların izin istemek aklına gelmez başka bir şeyle meşgul olmak için Amerika’dan, Papua yeni Gineliler dert edebilir pek çok şeyi Papua Yeni Gine’den başka. Ama Türkiye müsaade etmez evlatlarına. Türkiye’ye evlat olabilenin Türkiye kadar güzel, Türkiye kadar nazlı, Türkiye kadar büyük bir derdi olur hep sinesinin orta yerinde.

Bahanesi değişir bu derdin, sebebi değişir, adı değişir ama kendisi hep orada öyle sabit kadem, yalın kılıç, ter ü taze durmaya devam eder.
Merhum Sezai Karakoç’un aşkı misalidir Türkiye evlatlarının kalbinde. Kıyafet değişince gardıropta kalacak bir çiçek gibi taşımazlar onu göğüslerinde, taşıyamazlar; kurşun gibi taşırlar kalplerinde, içinde kaldıkça yarayı büyüten
bir kurşun gibi…

Bu meselenin bir Türkiye’ye bakan yönü vardır bir de evlatlarına. Türkiye dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir ülkesinden başkadır, fazlasıdır, ötesidir. Mazisiyle, konumu ile, teklif ve iddiası ile, evlatlarına rağmen ayakta duruşuyla üstüne düşen kıymet payını ziyadesiyle hak eder, kendisini diğer ülkelerden ayırır.

Evlatlarına bakan yanına gelince, orada durum biraz karışık işte. Zira evlat olmak vatandaş olmaktan başka bir şeydir. Ülkelerin nüfusu sayımla tescillenebilir fakat evlatlığın tespiti için mihenk taşı keskindir. Orada doğmuş olmak, yaşamak, çalışmak, o ülkenin kimliğini taşımak yetmez evlat olmaya. Gerçi Türkiye bırakınız evlatlarını vatandaşlarına bile kendisinden başka bir şeyle meşgul olma fırsatı vermeyecek kadar hassas ve nazlıdır ama yükü evlatlarının sırtına sarar daha çok ve evlatlarının omzunda yükselir.

Türkiye’nin evlatları dünyaya alacak çekleriyle değil borç senetleriyle gelmişlerdir. Yaratanlarına, mazilerine, doğmamış evlatlarına, yaşadıkları coğrafyaya, mesafe fark etmeksizin kendilerine umutla dikilen yaşlı gözlere, göklere ülkeleri katılarak açılan her bir ele ve nihayet öz kalplerindeki ince sızıya borçlu hissederler kendilerini. Hayatları boyunca her ne yaparlarsa bu borcu ödemek için yaparlar. Bu borcu ödemek için okurlar, evlenirler, işlerini yaparlar, çocuk büyütürler, komşuluk ederler, arkadaşlık yaparlar, okurlar, uyurlar, koşarlar bu borcu ödemek için koşu bittikten sonra bile.

Onlar okurlar, mezun olup girecekleri yahut kuracakları işten ne kadar para kazanacakları değildir meseleleri; yetmiş iki bin evliya dölü olan bu mukaddes Anadolu toprağının mazlum, masum, mahzun insanına hizmet edebilmek derdiyle dirsek çürütürler okullarda.

Evlenirler, ilk yuva cennette kuruldu Allah için kurulan her yuvada cennetten bir koku olur idrakiyle Allah rızası için takarlar parmaklarına yüzüğü. Çocuklarını kucaklarına ilk aldıkları anda, her emzirdiklerinde, söyledikleri her bir ninninin satır aralarında ‘Yâ Rabbi bu çocuk sana kul, habib-i edibine ümmet, dostlarına dost, devlete ve millete hizmetkâr olsun’ duası gizlidir.

Çalışırlar, bir iş yaparken yaptıkları işin ne olduğundan ziyade ne için olduğuna ve nasıl olduğuna dikkat kesilirler. Yaptıkları işin adının sokak süpürmek, çay demlemek, araba yıkamak olmasıyla şehre başkan olmak, adliyede hüküm vermek ve hatta ülkeyi yönetmek olması arasında fark yoktur onların nazarında.
Bilirler ki bihakkın, Allah için, Türkiye derdiyle, lokma helal olsun hassasiyetiyle yapılan iş, adı ne olursa olsun Türkiye fikrine hizmet, Türkiye duasına âmin, Türkiye umuduna can suyudur. Savsaklanarak, hakkı verilmeden, helal-haram gözetilmeden, daha iyisi yapılabilecekken mevcutla iktifa edilerek yapılan her bir iş ise Türkiye fikrine ihanet, Türkiye duasına set, Türkiye umudunun köküne kibrit suyu dökmektir!

Arkadaşlarıyla oturduklarında ölçüleri bellidir Türkiye’nin evlatlarının: Birbirimizden ne alacağız ne vereceğiz? Öyle pragmatist bir kafayla, ne kazanacağım bu birliktelikten hamlığıyla değil; hal sâridir sırrınca, ‘Birbirimize Allah’ı hatırlatıyor muyuz, derdimizi büyütebiliyor muyuz bir araya geldikçe; ayrılırken kavuştuğumuzdan daha ‘insan’ olarak ayrılabiliyor muyuz’ şuuruyla kavrarlar ince belli bardakları dost meclislerinde.

Akılları yettikleri andan son nefesi verecekleri ana kadar yaptıkları her bir işte mihenk taşları, nirengi noktaları, ölçüleri gayet sarih ve nettir: Gaye Allah rızası, dert Türkiye!

Evet, Tanpınar haklıdır, Türkiye müsaade etmez evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmaları için. Ve bu ülkeye evlat olmak, iktidarı elde etme pahasına ülkeyi vermeyi göze alan sütü bozukların değil, ‘madem ki Rabbim’in bunca paçozluğumuza rağmen bir muradı var bu devlet ve millet üzerinde, ben ne olursam olayım da tek bu ülke o murada hizmetkar olsun’ idrakindeki yiğit gönüllerin harcıdır.

Selam olsun Türkiye’nin evlatlarına!

#Türkiye
#Ahmet Hamdi Tanpınar
#Sezai Karakoç
2 yıl önce
Türkiye’ye evlat olmak
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!