|
2015 seçimlerine doğru

Türkiye Haziran 2015 seçimlerine hazırlanıyor. Siyâsetin hararetini her zaman kronik meselelerin varlığına yormamak lazım. Konjonktür de belirleyici olabiliyor. Mesela bugünlerde herhangi bir günlük siyâsal tartışmada kullanılan dil, söylem ya da vaziyet almalar, biraz da seçim yatırımı meselesi olarak siyâsetin köpüklenmesi olarak algılanmalı.

Seçimler demokrasinin rutinleridir. Ama her seçimin kendine özgü bir “târihsel” önemi ya da ayrıcalığı da vardır. 2015 seçimleri de bundan payını almış gözüküyor. Bir defa, bu seçim kurucu yasa değişimi ile yakından bağlantılı. Seçmenler bunun ne kadar bilincinde bilemiyorum. Genellikle oy verme davranışı, günlük pratik beklentilere göre şekilleniyor. Bekir Ağırdır’ın futbol terimini ödünç alarak söylediği gibi, günlük geçimlik dünyânın temel “geri dörtlüsü” seçmen davranışlarını belirliyor. Kamuoyunun şaşmaz sağduyusu olarak gözüken aslında pratik ve faydacı beklentilerden başka bir şey değil. Doğrusu, kurucu yasa meselesi bu geri dörtlünün kavrayış ve değerlendirme sınırlarını aşıyor.

Kabûl edilmelidir ki, Türkiye’de seçmenlerin siyâsal öncelikleri hiçbir zaman kurucuyasa yapmanın gerektirdiği bir olgunluğa ulaşmadı. Pek üzerinde durulmaz, ama ifâde edeyim ki, bu ülkenin seçmenleri 12 Eylül Anayasası'na %90ları aşan mertebede “evet” dedi. Tamam, güdümlü bir referandumdu bu. Karşıt propagandaya izin verilmiyordu. Askerler bastırıyordu. Ama sonuç bu mu olmalıydı? Durumu açıklamak için, insanların askerleri defetmek için bu faşizan anayasaya “evet” dedikleri yazıldı, çizildi. Bunu ucuz bir popülizm olarak görüyorum. Askerlerden kurtulmak, askerlerin yaptığı anayasaya “evet” demek midir? Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığını da “bonus” olarak satın almanın nesi askerlerden kurtulmaktır acaba?

Kamuoyları siyâsete günlük bakıyor. Bu bir bakıma, siyâsetçilerin jilet keskinliğinde yürüttüğü siyâseti törpülüyor. Diğer taraftan da günlük geçim dünyâsının ötesinde kavrayışları da sınırlandırıyor.

2015 seçimlerinin muhtemel sonuçları hakkında değerlendirmede bulunmak için vakit henüz erken. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, bu seçimlerde bir iktidâr değişimi beklemek boş bir hayâl olur. Bütün mesele AK Parti'nin çoğunluğunu hangi sınırlara taşıyabileceğidir. Yeni bir kurucuyasa konusunda AK Parti siyâseti kararlı. Hatta, muhtemeldir ki seçim propagandasını bu tema etrafında örgütleyecek. İşin talihsiz tarafı, yeni bir kurucuyasa meselesinin, başkanlık sistemi tartışmasına indirgenmiş olması. Bu basitleme etrafındaki tartışmalar, esas meseleyi gölgeliyor. Bana kalırsa, CHP ve MHP’nin bu konudaki basitlemelere dayalı savsaklamalarını gidermek için, AK Parti'nin söylemini dönüştürmesi ve bu perdelemeyi ortadan kaldırması gerekiyor. Kurucuyasa çok hayâti bir sorun. Kurucuyasa, temelde yeni bir siyâsal toplumun inşâsı ve neredeyse yüzyıllık eksiklik ve sakatlıklarıyla memleketin geleceğini tıkayan ulus inşasını selâmete kavuşturmak misyonunu ifâde ediyor. Başkanlık sistemi tartışmaları bu misyonun bağımlı değişkenidir. AK Parti’nin topluma anlatması gereken budur.

2015 seçimleri AK Parti’ye yeni bir kurucuyasa yapabileceği bir çoğunluğu, yâni hiç değilse 330 milletvekilini kazandırabilir mi? Göreceğiz. Ama bu, kendi öz kitlesini konsolide eden bir siyâsal söylemin görece aşılmasına bağlı. Muhalefet de bunu iyi kötü görüyor. Gezi’den bu yana yürüttüğü, anti-Tayyibist basitlemelere dayalı ucuz saldırganlık siyâsetinde ısrar etmesi de biraz da bu yüzden. CHP ve MHP’nin gönlünden geçen tek başarı, AK Parti'ye istediği çoğunluğu kazandırmamak. Bu Pirus zaferinin MHP ve CHP’deki etkilerinin aynı olamayacağını düşünüyorum. MHP’nin bu seçimlerde yerini muhafaza edeceğini, hatta birkaç puan ileriye taşıyabileceğini sanıyorum. Bu parti içindeki hoşnutsuzluğu yatıştırmaya yeter. Ama aynı durumu CHP için tekrara edemem. CHP, Pirus zaferinin sonuçlarını kimseye anlatamaz.

AK Parti’nin bu açılardan işi çok zor. Bir taraftan bu saldırıları bertaraf etmek; diğer taraftan da açılımcı bir siyâsal söylem geliştirmek zorunda. Bu ne kadar başarılabilir, bilemiyorum. Ama tek başına konsolidasyon siyâsetleriyle üstlendiği misyonu kaldırabileceğinden şüphe ettiğimi söyleyebilirim.

O zaman diğer ihtimalleri düşünmek ve de özellikle HDP’nin durumunu gözden geçirmek gerekiyor. Eğer HDP, bölgesel kimliğini ve bugüne kadar yürüttüğü etnik siyâset dilini aşabilecek yeni bir dille, kurucuyasa işine ortak olabilirse ne alâ. Bu da partinin bir risk almasını gerektiriyor. Dimyat'a giderken eldeki pirinçten olmak da var. Diğer taraftan yeni bir dil ya da söylem oluşturmak plâstik bir geçişten, vitrin düzmekten daha derin bir yatırımı; zihniyet dönüşümünü gerektiriyor. Bu da zaman ve iyiniyet işi. HDP meselesini önümüzdeki yazıda ele almaya çalışacağım.

#Bekir Ağırdır
#12 Eylül Anayasası
#Kenan Evren
9 yıl önce
2015 seçimlerine doğru
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık