|
Bilim târihinden bir kesit
Uluslararası İlişkiler
disiplini , bilhassa Soğuk Savaş sonrasında yıldızı parlayan bir disiplindi. Mülkiye disiplini içinde ona
Hâriciye
deniliyordu . Ama bu sâha , Soğuk Savaş devri
Siyâset Biliminin bir alt dalı olarak
muamele görüyordu. Hatırlayalım; Mülkiye ismi de değişmiş Siyâsal Bilgilere tahvil edilmişti. Neden böyleydi diye düşünmüşümdür. Gâliba
Soğuk Savaşa has
bir durumdu bu. Dünyâ,
demokratik ve otoriter rejimler
olarak ayrışmıştı. Buna bağlı olarak akademik alâka da, temeli ideolojik olan bu ayrışmanın üzerinde duruyor,
siyâsal yapıların, sistemlerin veyâ rejimlerin nasıl şekillendiği ve farklılaştığını
anlamayı, açıklamayı önceliyordu. Başka şekilde ifâde edecek,
dâhilî farklılıklar bağımsız ( belirleyici); hâricî farklılıklar ise bağımlı (belirlenen)
değişkenler olarak mütalâa ediliyordu.
Diğer taraftan, Soğuk Savaşın kurguları,
devletler ve uluslararası ilişkileri dondurmuş ve kilitlemişti.
Bu sâhada yapılabilecekler hayli sınırlıydı. 1960’larda ortaya çıkan ve 1950’lerde en ser taraflarıyla idrâk edilen Soğuk Savaş iklimini dönüştüren
Yumuşama (Detant) ve Barış İçinde Yaşama (Coexistence pasifique)
süreçleri, özünde hâriciyecilerin eseriydi. Kanaâtim odur ki,
Uluslararası İlişkiler disiplininin özerkleşmesini
başlatan esas dinamik de buydu.
Soğuk Savaş sona erdikten sonra bu özerkleşme en mütekâmil hâline ulaştı. Siyâset Biliminden neredeyse kopan bir disiplinleşmeyle karşılaştık. Bilhassa 12 Eylül’ü anmak gerekir. Evvelâ, disiplinin ismi değişti ve Hâriciye, Uluslararası İlişkilere inkılâb etti. İnkılâb bununla da sınırlı kalmadı.
Siyâset Bilimi
, sanki poşete konuldu.
Kamu Yönetimi
olarak yeniden vaftiz edildi. Siyâset Bilimi , Kentleşme ve Çevre Sorunları, Yönetim Bilimi gibi disiplinlerle evlendirildi. Uluslararası İlişkiler bölümleri, poşete konulan Siyâset Biliminden bağımsız bölümler olarak yapılandırıldı. Hoş, ortak dersler vardı . Hattâ, ekâliyette kalsalar da bâzı fakültelerdeki bölümlendirmeler, geleneğe daha bağlı bir sûrette Siyâset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler olarak yapılmaya devâm edildi.
Bunları anlamak lâzım. Dünyâ dönüşüyordu. Artık
küreselleşme
devrini idrâk ediyorduk. Ucu açık ve vâitkâr bir süreçti bu.
Devletler küçültülüyordu.
Bunun yerine
toplumsal, üstelik sivil toplumsal yapılar
üzerinden yeni bir ilişkiler ağı oluşturulmaya başlamıştı.
Hâricîye, nihâyetinde devletli bir kavramdı.
Hâlbuki yeni ilişkiler, kadim zamanlarda olduğu üzere devletler arasında değil,
STK’lar, NGO’lar
üzerinden yürütülecekti. Devletler buna gölge etmemeliydi.
Ekonomizmin de yükseldiği
bir devirdi bu. Ekonomi hayli zamandır Mâliyeden ayrışmıştır. Ama bu defâ,
İşletme ve Mühendislik
disiplininlerinin bir bilim olarak
Ekonomiyi istilâ etmesi
ve kendilerine bağımlılaştırmaları da sürecin diğer yüzüydü. İşletme eskiden İşletme İktisâdı olarak, İktisat fakültelerinin marjında yer alıyordu. Olsa olsa bir ensititü olarak faaliyet gösteriyordu. Soğuk Savaş sonrasındaki üniversite yapılandırılmalarında tam tersi ortaya çıktı. İşletmenin yıldızı bir anda parladı. Eskiden Ekonomi fakültelerini kazanamayanların, daha düşük puanlıların gittiği İşletme bölümleri revaç görmeye başladı. Ekonomi bölümleri ise gözden düştü.
Muvakkat bir devirdi bu.
Küreselleşmenin krizleri
kendisini belli etmeye başladıktan sonra Uluslararası İlişkiler ve İşletme disiplinleri gözden düşmeye başladı. Buna verilen akademik tepkilerin hayli düşündürücü olduğunu düşünüyorum. İşletme disiplini hızla yeni uzmanlıklara açıldı. İnsan Kaynakları, Halkla İlişkiler, Pazarlama, Finans gibi bölümler kuruldu. Bunlardan çoğu uçuculaştı. Gâliba , topallayarak da olsa ayakta kalan tek alt disiplin finans.. Uluslararası İlişkiler bölümlerinin isimleri kaldı,ama müfredâtı hızla
reelpolitik
ve
strateji
alanına kaydı. Nihâi tahlilde aradan sıyrılıp kazanan psikoloji oldu. Bu da sürecin ironik boyutu…
Gidişâtın çok sıkıntılı olduğu ortada. Bir taraftan ağırlaşan ekonomik krizler, diğer tarafta yaşanan savaşlar ve tırmanan savaş riskleri tabloyu her geçen gün biraz daha karartıyor. Üniversitelerin bu süreçlere müdâhil olması gerekmez mi? Ama bakıyorsunuz, meselâ ekonomiyi ekonomi olarak, bütün gerçekleriyle ortaya koyan ekonomistler neredeyse yok denecek kadar az. Zâten onları dinleyen de yok. İşletmelerin hatırı sayılır kısmının zombileştiği bir dünyâda İşletme disiplini ne söylüyor? Siyâset Bilimi uzmanlarının dünyâdan , Uluslararası İlişkiler uzmanlarının ise toplumsal bağlamlardan kopuk konuşmaları hangi derde devâ olabilir acaba? Üniversiteler kekemeleşti, tutuklaştı . Gâliba
yeni bir skolastik devri
idrâk ediyoruz. Üç şeyden birisi yapılıyor. Güncel bir mesele gündeme geldiğinde , bâzı akademikler onu en basit seviyede,
giriş dersi seviyesinde hikâyeleştirmeye
başlıyorlar. Hikâye bitince herkes baygınlık geçiriyor. Arkası da gelmiyor. İkinci yaklaşım ise, çok defâ arkası doldurulmamış
komplo ve fesat teorileri üretmek
ve yine bir hikâye anlatmak. Bunun ilgi uyandırdığı ve kendisini dinlettiği muhakkak. Nihâyet , tıpkı kumarbazların iddialı bir şekilde yaptığı gibi
zar atmak.
Şöyle olacak, böyle olacak demek.. Olmayınca da pişkin pişkin aynı işlemi başka bir masada tekrar etmek..Her alanda böyle bu. Diyeceğim o ki, bilimin târihi hiç bu kadar laçkalaşmamıştı..
#Hâriciye
#siyaset
#Soğuk Savaş
2 yıl önce
Bilim târihinden bir kesit
Zamanda ve mekânda bir uyanış: Sîdî Ukbe Ulucamii
19 Mayıs’a 10 gün kala…
Uluslararası doğrudan yatırımları çekmek
Enflasyon, döviz kuru beklentileri ve CDS
İsrail ve Batı’nın çifte standardı