|
Çözülen dünyâda irâdenin hâl-i pürmelâli

Ernest Gellner milliyetçilik konusunda yaptığı çalışmalarda bu akımın sanâyileşmenin bir fonksiyonu olduğunu, onu önceleyen zırâî yapılarla bir alâkası olmadığını ortaya koymuştur. Aslında modern dünyânın tekmil kültürel unsurları için bunu genelleştirmek de mümkündür. Yine unutmamak gerekir ki,
sanâyi
süreçleri
sermâye birikiminin, yâni kapitalizmin
bir uzantısıdır. Meselâ
ekonomi
veyâ
toplum
olarak tanımlanan sâhalar, düpedüz kapitalizm ve onun motoru olan sanâyileşmenin mahsulüdür. Zırâî dünyâlar meta ekonomiktir. Onun için Roma Ekonomisi diye bir başlık anakronik kalır. Elbette Roma’da üretim, mübâdele ve tüketim gibi kavramlar mevcuttur. Ama bunlar bizâtihî ekonomik bir mâhiyet taşımaz. Onları ekonomik kılan sanâyî ve kapitalizm olmuştur.

Diğer bir husus da, kapitalizme alternatif olacağı iddiasıyla ileri sürülen modellerdir. Kapitalist olmayan yollardan sanâyileşmek iddiası temelde son derecede çürük bir iddiadır. Nitekim bu yolda sarfedilen gayretler ortaya berbat neticeler çıkarmıştır. Devlet kapitalizmi olarak sosyalist pratik bunun tipik misâlidir. Bu sapma, bizzât Marx’ın yol açtığı bir sapmadır. Sapma Marx’ın çok mühim olduğunu düşündüğüm tespitlerinde değil, çıkarsamalarındadır. Sanâyileşme süreçlerinden sosyalizm değil, olsa olsa berbât bir kapitalizm türer.

Bugün sanâyi kapitalizmin çözülme süreçlerini yaşıyoruz. İdrak ettiğimiz merhale bunun en can çekişmeli merhalesi. Bu köprünün küresel nitelikli bir dizi savaşla geçileceği anlaşılıyor. Ama târihin, nihâyette yeni bir dünyâya,
sanâyî sonrası
bir dünyâya doğru evrildiği de gün gibi ortada. Geçiş süreçleri
insan irâdesine
fırsat doğurur. Meselâ sanâyileşmenin en parlak dinamiklerle geliştiği evrelerde, 19. Asırda bu fırsat doğmuştu. İnsan akıl ve irâdesi bu süreçlere karşı çeşitli teklifler ortaya koydu. Ama maalesef bu fırsat çok kötü harcandı. Rutinleşmiş ve bürokratikleşmiş 20. Asır ise bu açıdan son derecede teklifsizdir. Sanâyileşmenin çöküşü, târihe insan irâdesinin yaptığı müdahâlelerden gelmedi. Sermâye ile eşleşen ve onun gadrine uğrayan emeğin mücâdelesi 20. Asırda sönümlendi ve tekmil kazanımlarıyla berâber sistemik bir terbiye gördü. Bu terbiye, kapitalist verimliliği düşürdü. Ama o kadar. Sanâyi toplumlarının çözülmesi içe doğru; tam da Marx’ın işâret etmiş olduğu üzere
maddî üretici güçlerin değişimi
ile başlayan bir dinamikle yaşanmaya başladı. Buna iki boyutlu bakmak doğru olacaktır. İlki tekno; diğeri ise finansal niteliklidir.
Tekno
süreçler elektrikten elektroniğe, 1950’lerde başlayan chip devrimi üzerinden yapay zekâya uzanan geniş bir yelpâzedir. Teknoloji elbette sanâyinin ayrılmaz dinamiğidir. Onu var eder. Ama bir aşamadan sonra ulaşılan seviyeler sanâyinin yıkımına giden süreçleri başlatır.
Finans
da kapitalizmin vazgeçilmez bir boyutudur. Ama
finansallaşma
denilen süreç onun özgül ve sorunlu evresini; parasal iş ve işlemlerin devâsa hacimlere ulaşarak reel ekonominin üzerine çıkmasını anlatır. Görüldüğü gibi her iki dinamik de sanâyileşemenin hediyeleridir; lâkin bir aşamadan sonra sanâyinin aleyhine işlemeye başlamıştır.
Sanâyileşme beşeriyetin üzerinden bir silindir gibi geçti. İnsan irâdesinin müdahaleleri de bir işe yaramayınca, onu içinden çözen maddî süreçlere bel bağlandı. Yâni irâde sustu. Nasıl olsa bu tâze maddî süreçler kapitalizmin (sanâyinin) sonunu getirmeyecek miydi? Dolayısıyla, bu maddî yıkıcı süreçlerin fetişleşmesine şâhit olmaya başladık. Yüksek bir otomasyonun herkesi rahatlatacağına inanmaya başlayanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Sanâyileşmenin boğucu
toplumsal-kurumsal-siyâsal
örgütlenmeleri ve disiplinin aşılacağı; kavgalı, yaralı
insan-insan, insan-toplum
ve
insan-kurum
ilişkilerini, yeni aygıtların yıkacağı; en azından dolayımlayıp rahatlatacağı varsayılıyor. İlk bakışta çok haklı görülebilecek tezlerle,
finansal azgınlaşmanın
yerini alacağı artık anlaşılmış olan, daha dengeli
dijital finans sistemlerinin
kurtuluş olduğunu düşünenler de buna dâhildir. Burada dikkât çekici olan,
tuhaf bir materyalizmin
yükselişi. Yâni, meselâ 19. Asırda olduğu üzere, artık
târihe irâde üzerinden bir müdahalede bulunmak
gibi bir niyet hemen hemen hiç görülmüyor. Tam bir
teslimiyetçilik ve sorumsuzluk
hüküm sürüyor. Beşeriyet ikiye bölünmüş vaziyette. Bir tarafta büyük bir çoğunluk üzerinden biyoteknoloji ve dijital gelişmeleri alık alık selâmlayanlar var. Kapitalizmin ve sanâyileşmenin çöküşünden duyulan bir rahatlama ve sevinç onlara yetiyor. Maddî gelişmelerin kendiliğinden insanlığı düze çıkaracağına iman etmiş görünüyorlar. Diğer tarafta ise benim gibi düşünen endişeli bir azınlık var. Bütün yaptığımız bu mukadder istikbâlin muhtemel fenâlıklarını anlatıp kahırlanmak.
Marx, gençlik devirlerinde
yabancılaşma
meselesi üzerinde çok duruyordu. Sonra bu işleri bıraktı ve maddî süreçleri tâkip etmeye başladı. Hâlbukî meselelerin meselesi, insanın kendisini kuşatan maddî çevresi içinde yaşadığı yabancılaşmaydı. Bu soru bugün yine merkezî bir yerde. Lâkin beşeriyet tam bir paralaks yanılsaması yaşıyor ve zihninde bu merkezi biteviye kaydırıyor. Onunla yüzleşmek kimsenin işine gelmiyor. Vahim olan da bu.
İçinden çürüyen ve tekmil müştemilâtı ile çöken kapitalizm, târihsel refleksi olan savaşı harekete geçirdi.
Ekonomilerin savaşçıllaşması
tam da buna işâret ediyor. Herşey yıkılmadan yeni bir dünyâ kurulmuyor. Savaş aynı zamanda yeni dünyânın
hegemonik, yâni rızâya dayalı kabû
l süreçlerini de sigorta ediyor. Bugün savaşa hayır diyebilen bir kamuoyunun bile olmadığı esas alınacak olursa, insanlıktan, savaş sonrasında kendisine sunulacak dünyâya şerh düşmesini, yeri geldiğinde hayır demesini bekleyebilir misiniz?
#Ekonomi
#Politika
#Süleyman Seyfi Öğün
19 gün önce
Çözülen dünyâda irâdenin hâl-i pürmelâli
Medeniyetçilik ve İslâmcılık
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!
İYİ Parti kongresinin kazananı kim