|
Holokostun yükü ve entelektüel sefalet

Balfour Deklarasyonu ile temelleri atılan İsrail devletinin terör ve tedhiş eylemleri çok ciddi insani krizlere neden olmuştur. Teşekkül safhasında Yahudi terör örgütleri ile başlayan söz konusu tedhiş politikası 1948 yılında İsrail devletinin kurulması sonrasında kurumsal ve sistematik bir hal almıştır. 7 Ekim sonrasında başlayan ve farklı gerekçeler üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılan bu şiddet sarmalının on yıllara sari bir politika olduğu ortada. Fakat bugünkü temel farklılık bütün bu şiddet sarmalına rağmen Batının İsrail’e yönelik koşulsuz desteğinin neden ve hangi gerekçelerle sürdürüldüğü.

7 Ekim’den bu güne kadar ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerin desteği ile hiçbir sınır tanımayan İsrail’in nerede ve nasıl durdurulacağı ile ilgili tartışmalar sürmekte. Gazze gündemiyle toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Zirvesi’nde petrol kullanımı, hava sahasının kapatılması ve diplomatik ilişkilerin dondurulması gibi önerilerin BAE ve Suudi Arabistan tarafından reddedilmesi, teşkilata yönelik beklentilerin karşılıksız kalmasına neden olmuştur. Diğer yandan da ateşkes önerilerinin BM Güvenlik Konseyi’nde Batılı devletlerin vetolarıyla engellenmesi, sorunun çözümü adına önem atfedilen kurumların işlevsiz hale geldiğini göstermektedir. İrlanda, İskoçya ve İspanya gibi devletleri paranteze aldığımızda Batılı devletlerin bütün unsurlarıyla soykırıma destek verdikleri açıkça görülmektedir.


ÇÖZÜM İÇİN ALTERNATİF KANALLAR
Diplomatik kanalların işlevsiz kaldığı bu günlerde, İsrail’in uyguladığı sistematik şiddet ve soykırımı mahkum edebilecek iki temel enstrüman karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, özellikle Batı’da devlet aklının karşısında konumlanan ve ciddi bir eleştirel kamuoyu yaratan protestolar ve bu durumun karar alıcılar üzerinde oluşturduğu baskı. Nitekim son günlerde oluşan baskı sonucunda, sorunun çözülmesine yönelik söylemler dile getirilmekte. İkinci enstrüman ise özellikle sivil inisiyatifler ve STK’lar aracılığıyla oluşan boykotun küreselleşmesi sonucunda bazı adımların atılması. Öyle ki
boykot listesinde yer alan bazı şirketler, tepkiler sonucunda tutumunu gözden geçirmiş, kimi kurumlar da Filistin’e mali destek gibi seçenekleri gündeme getirmişlerdir
. Her iki enstrüman da İsrail ve destekçisi küresel güçler açısından en caydırıcı unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, söz konusu çabaların daha geniş kitleler tarafından sahiplenilmesi ve İsrail ile destekçisi devletlere yönelik eleştirilerin sürdürülmesi sorunun çözümü anlamında oldukça önemlidir.

Antisemitizm Kartı ve Entelektüel Sefalet
İsrail’in 1948’ten bu yana uyguladığı şiddete yönelik her türlü eleştirinin antisemitizm aparatı üzerinden mahkum edilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Özellikle İsrail lobisinin etkisiyle bir tür endüstriye dönüşen
Holokost’un Batı açısından bir yüke dönüştüğü ortada
. Nitekim Batı’da İsrail ile ilgili eleştirel bir kamuoyu oluştuğunda İsrail’in kendisini savunma hakkı hatırlatılmakta ve antisemitizm gündeme getirilmektedir. Geçtiğimiz günlerde
Marine Le Pen gibi aşırı sağ ve popülist bir siyasetçinin antisemitizm ile ilgili bir mitinge katılması ve İsrail’e yönelik desteğini ifade etmesi Batı’da Holokostun yükünün ne denli ağır olduğunu göstermektedir.
Siyasetçilerin yanı sıra medya ve entelektüel düzlemde de İsrail’in şiddet politikalarının meşrulaştırıldığı görülmektedir.
Eleştirel Teorinin önemli isimlerinden biri olan Jürgen Habermas’ın yanı sıra Nicole Deitelhoff, Rainer Forst ve Klaus Günther gibi isimlerin Almanya’da yayınladıkları bildiri, Holokostun Alman toplumunda yarattığı endişe ve mahcubiyetin ne denli ağır olduğunu açıkça göstermektedir.
Bildiride, son dönemde İsrail’e yönelik eleştirilerin Almanya’da yaşayan Yahudilerin hayatlarını hedef alan bir tehdide dönüştü ve bunun antisemitik bir dalgayı canlandırdığı ima edilmektedir. İsrail’in
kendisini savunma hakkının meşruiyetine vurgu yapılan bildiride, Yahudilerin ve İsrail’in varlığının korunmasının Alman siyasi kültürünün vazgeçilmez bir parçası olduğu ifade edilmektedir.
İsrail’in saldırılarında öldürülen çocuklar, BM kontrolündeki eğitim kampüslerinin bombalanması, hastane ve mabetlere düzenlenen saldırıların hiçbir şekilde eleştirilmediği bu bildiri, Batı entelektüel aklının çürümüşlüğünü göstermesi açısından oldukça önemli.
Benzer bir hayal kırıklığını Jean- Paul Sarte
örneği üzerinden
on yıllar önce dile getiren Edward Said, Batılı entelektüelin
, söz konusu İsrail olduğunda nasıl çekingen ve korkakça hatta Siyonist bir karakter sergilediğini büyük
bir hayal kırıklığı ile anlatmıştır.
Batı açısından bir tür turnusol kağıdına dönüşen İsrail sorununun entelektüeller düzlemindeki karşılığı bir fikir olarak ya da bir güç olarak Batı’nın nasıl oluştuğunu gerçeğini bizlere göstermektedir. Entelektüeli, temsil yetkisine sahip olan ve iktidara karşı kendisini eleştirel bir yerde konumlandırılan kişi olarak tanımlayan Said, Batılı entelektüellerin bu konudaki çarpıklığını da gözler önüne sermektedir.
Said’e göre entelektüelin görevi, bir topluluğun yaşadığı acıları daha geniş bağlamlara taşıyarak onu evrenselleştirmektir. Bugün Filistinlilerin maruz bırakıldığı acıları evrenselleştirmek yerine İsrail’in misilleme ve kendisini savunma hakkı üzerinden antisemitizm kartını kullanan bir entelektüel akılla karşı karşıyayız.
Güce karşı mesafe geliştirmek yerine onun ürettiği her türlü politikayı meşrulaştıran bir entelektüel krizinin bütün boyutlarıyla hissedildiği bir sürecin içerisindeyiz artık.
#Filistin
#Gazze
#İsrail
6 ay önce
Holokostun yükü ve entelektüel sefalet
Kara dinlilerle milletin savaşı
"Güzellik bir varlıktır"
Turizm uğruna
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Tasarruf sandığı