Bugün yakındığımız geçim derdi, ekonomik sıkıntılar, işsizlik gibi problemler bu yüzyılın problemleri değil.
Bu sıkıntıların tamamı geçmişte de bir kısım insanların en temel sorunuydu.
Daha doğrusu dertlerimiz tarihi.
Ancak çözümler öyle değil. Çözümler yeni.
Ekonomik sıkıntıları anlatırken mizah değişiyor mu?
O da değişmiyor. Ama üslup değişiyor.
Ben eskilerden örnek vereyim, siz yenilerle kıyaslayın!
*
Fatih Sultan Mehmet'ten bir kalender bir kase uzatıp para istedi.
Padişah, bir altın verdi.
Derviş, “Padişahım ben senin kardeşin olayım da bir altın veresin. İnsaf uyar mı?” dedi.
Fatih “Neden benim kardeşim oluyorsun?” diye sordu.
Kalender “Adem evladı değil miyiz?” deyince Padişah “Hele şu altını al git. Eğer öteki kardeşlerimiz duyacak olursa hissene bu kadar da düşmez“ cevabını verdi.
*
Üçüncü Sultan Ahmed kendisine hediye edilen çok kıymetli bir zümrüt yüzüğü, bir gün, divan toplantısında vezirlerine göstererek:
“Acaba bundan, daha kıymetli yüzük var mıdır?” diye sordu.
Sadrazam Nevşehirli İbrahim paşa itiraz etti:
- Bundan daha kıymetli bir şey vardır padişahım!
- Nedir?
- O yüzüğün takıldığı parmak!
*
Eski İstanbul efendilerinden Osman Bey, hilekar esnafa karşı pek amansız davranırdı. Çarşıda, dükkan dükkan dolaşır, tavukların kursaklarında yem bulamazsa, tavukçuyu falakaya yatırır döverdi. Bir gün yolda rastladığı seyyar bir tavukçuyu, yine böyle yere yıktı. Fakat tam sopa faslına başlayacağı sırada, tavukçu eline sarıldı:
- Tavuğun, dedi, kursağında yem var mı, diye baktın. Bir de sahibinin kursağını yoklasan, a benim sultanım.
*
Pinti denecek kadar hasis olan Erzincanlı İzzet Paşa'nın, bir gün pek sevdiği av köpeği kayboldu. Paşa kahyasını çağırıp sordu:
-Bizim köpek acaba nereye kaçmış olabilir?
Ne zamandan beri aylığını almamış olan kahya cevap verdi:
-Vallahi paşam, cehennemin dibine kaçmış olsa buradan daha iyi karnı doyar!
*
Süleyman Nazif'in yanında, Abdullah Cevdet'in para hırsından bahsolunurken biri: “Meteliğe kurşun atar” dedi.
Nazif şu cevabı verdi:
- Hayır kurşun atmaz, göbek atar!
*
Kazaskerliğe kadar yükselen hasisliği ile meşhur Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, şeyhülislamlığa pek özenirdi. Bir gün, Fatih Camii'nden çıkarken ihtiyar ve fakir bir adam yanına sokularak. “İnşallah şeyhülislam olursun!” diye dua etti.
Fevzi Efendi çıkarıp on para verdi. Fakir, efendinin yüzüne hiddetli hiddetli baktıktan sonra.
-Sende, bu cimrilik varken '...' şeyhülislam olursun.
*
Şair Kevseri, bir gün odasında çorba pişiriyordu. Gelen dostlarından biri tencerenin altındaki ateşin az olduğunu görerek bir odun koymak suretiyle Kevseri'ye yardım etti.
Şair yeni konan odunu hemen çekti. “Birader! Pişirme işine karışma sonra yemeğe ortak olman lazım gelir” dedi.
*
Saz Şairi Seyrani, gözü ama olmuş eski bir dostuna rast geldi.
-Ne var ne yok?
diye hatırını sorunca, ama olan dostu:
-Ne bileyim, dedi, bende artık dünyayı görecek göz kalmadı ki!
Şair, eski dostuna şu zarif cevabı verdi:
-Esef etme, onda da bakılacak yüz kalmadı!
*
Şair deli Nüzhet, Bursa'da iken, deliliği ile tanınmış bir zat valiliğe tayin oldu. Gene deli diye anılan bir başkası da kadı idi.
Bir gün sokakta zaptiyelerin bir adamı sürükleyip götürdüklerini gören Nüzhet sordu:
-Bunu nereye götürüyorsunuz?
Zaptiyelerden biri:
-Delidir, tımarhaneye götürüyoruz.
deyince, şair gülmeye başlayarak:
-Ayol, dedi, delinin tımarhanede ne işi var; devlet işlerinde kadro mu kalmadı?