|
Aydınların “özürlü” ihtilafı

1915 yılında yaşananlardan dolayı bir grup aydının başlattıkları özür kampanyasını ilk duyduğumda biraz muzip bir tepkiyle “eyvah!” dedim. Eyvah ki eyvah... Yıllardır “soykırım oldu mu olmadı mı; olduysa kim ne yaptı; bunun dolaylı veya dolaysız sorumluları kimlerdi” soruları çerçevesinde yürütülen bir tartışmayı bu aydınlar acelece sonuca bağlamış, üstelik gönüllü olarak da bütün suçu üstlenmiş olacak.

Olayın bütün suçu birilerince üstlenildikten ve bunun özrü de dilendikten sonra 1915''te yaşananlar hakkında bu saatten sonra hangi tarihi araştırmanın ne anlamı olacak?

Oysa Aydınlar bu olayı hangi derin felsefi mülahazayla üstlenip özür dilerlerse dilesinler, bundan olayın gerçek faillerinin (tabii ki artık yaşamıyor oldukları için onların günümüzdeki siyasi varislerinin) kârlı çıkacaklarına dair hiç kuşkunuz olmasın; ister Türkiye tarafından ister Ermeni diasporası tarafından. Böylece olaya fiilen ve gerçek anlamda karışmış olan herkes aklanmış olacak, yıllardır aranan meçhul fail bulunmuş olacak, bütün suç bu olaylardan dolayı özür dileyenlerin üzerine kalacak.

Nitekim Başbakan Erdoğan''ın özür kampanyasına verdiği tepki alabildiğine soğuk bir espri şeklinde oldu: “bu aydınlar soykırımı yapmışlar ki özür diliyorlar, ben böyle bir suç işlemedim, o yüzden özür dilemeyi gerektirecek bir durum görmüyorum. Suçu kim işlemişse o özür dilesin!”

Bu soğuk cevabın bildiriye imza atan aydınların görüş ve tutumlarına karşı suçlayıcı, yargılayıcı hatta azarlayıcı tonu kuşkusuz ciddi ama başka bir sorun. Aydınları hedef gösteren bir tutum yangına körükle gitmekten farksız.

Tabi ki herkesin görüşü kendisini bağlar. Özellikle böyle çetrefil bir konuda herkesin aynı düşünmesi de beklenemez. Hele olayın içerdiği çetrefilliği yok saymak da olayı herkesin “nasıl oluyor da kendisi gibi göremediğini sormak” da başka türlü bir aydın despotizmidir. Olay hiçbir tarafın zannettiği kadar açık ve kararı kolay verilebilecek bir konu değildir. Bir defa ortada ciddi bir tarihyazımı meselesi vardır. Tarihyazımı ise hiçbir zaman geçmişin nesnel bir biçimde aydınlatılması meselesi olmamış, aksine her zaman bugünün siyasi pozisyonlarıyla ilgili olmuştur. O yüzden tarih her an yeniden yazılır. Bugün tarihte yaşanmış bir dizi başka katliama, soykırıma veya felakete değil de 1915 yılında Ermenilerin yaşamış olduklarına gidiyor olmamız Ermeni diasporasının başarılı lobiciliğiyle, Türkiye''nin AB sürecinde kat etmiş olduğu mesafeyle veya Türkiye''nin bugünkü demokratikleşme seyriyle çok yakından ilgilidir. Tarih alanı bile zannedildiği gibi nesnel bilim alanı değil, bizatihi siyaset alanıdır ve bu alanı bir politik kâr kaynağı haline getirmek de ciddi bir sanattır.

Türkiye''nin üzerinde yer aldığı coğrafyada tarih boyunca bir dizi savaş, bir dizi katliam, bir dizi acılar yaşanmıştır. Sonradan gelen bütün nesiller bütün bu acıları ya hatırlayarak üzerine yeni hayatlar kurdu veya belki birçoğunu, hatta hepsini unutarak yaşadı. Sonraki nesillerin kendi üzerlerinde önceki nesillerin bütün yüklerini hissederek yaşamaları mümkün değil, iyi ki de mümkün değil. Yoksa bir “ebedi günah” sendromu gibi herkes bir şekilde yapmamış olduğu şeyin sorumluluğunu yaşamaya veya cezasını çekmeye devam ederdi. O zaman insanı sadece kendi yaptıklarının sorumlusu gören bir evrensel hukuk ilkesinin hiçbir yeri olmazdı.

Başlı başına bu nokta “insanın”, “devletin” veya “milletin” sorumluluk alanı ile ilgili ciddi bir tartışmaya girilmesini gerektiriyor. 1915''te yaşananların tarihsel gerçekliği hususu ayrı bir mesele olsa da yaşananlarla hiçbir ilgisi olmayan bugünün insanlarına ancak metafizik sürekliliği olan bir “millet” veya “devlet” tanımı veya varsayımı çerçevesinde bir özür borcu yüklenebileceği nedense görülmüyor.

Bu yükü varsayanların genellikle milliyetçilikle ilgili de ciddi sorunları olduğu bilindiğine göre bu özür kampanyasının nasıl bir milliyetçiliğe hizmet etmiş olabileceği yeterince hesaplanmış mıdır acaba? Bu konuyla ilgili Murat Belge ile Nuray Mert''in yazıları son derece uyarıcı ve sınırları çok iyi çizen yazılardı.

Nitekim bildirinin gerek zamanlama itibariyle gerek tonlama itibariyle beklenenin aksine bir yüzleşmeden veya Türk-Ermeni ilişkilerinde son zamanlarda kaydedilen olumlu gelişmeleri hızlandırmaktan ziyade, bu sürecin aleyhine işleyecek şekilde popüler veya genel milliyetçiliği kabartan bir etki yaptığı görülüyor. Bildiriyi imzalayanlar epeydir durgun sularda seyreden ulusalcılığın yelkenlerini öfke rüzgarlarıyla şişirmiş görünüyor.

Bu arada Cumhurbaşkanının sergilediği tepki son derece yerinde ve demokratik olgunluğa sahip bir ülkenin cumhurbaşkanına yakışır bir tutum. Bu tartışmada ihtilafı caiz gören, aydınların bu konulardaki fikirlerine katılmasa da bunu bir fırsat olarak kabullenen bir tutum en doğru yaklaşımdır.

Aydınlara karşı devlet refleksiyle hareket etmediği düşünüldüğü için Gül''ün bu tutumu CHP''lileri kızdırmış. Hızını alamayan Canan Arıtman Gül''ün bu demokratik tutumunu etnik kökeniyle ilişkilendirmeye kalkışmış.

1915''te yaşananlar gerçekten de büyük ölçüde tarihle ilgili. Ama işi “Gül''ün annesinin kökeninin araştırılması” teklifine kadar vardıran bu kafa günümüzün bir gerçeği ve bu gerçeğin varlığından hakikaten korkulur.

15 yıl önce
Aydınların “özürlü” ihtilafı
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu