|
İslâm Dünyası’nın yeniden doğuşu için entelektüel sancılar
İslam dünyası sadece Müslümanlar için değil bütün dünya için daha adil, daha yaşanabilir bir düzenin tesisi için yeterince dertli. İlahi sünnet yeryüzünde ezilenleri, zayıf bırakılmış olanları zalimlere galip kılmak üzere sürekli bir tedavül halindedir. Dileyen bunu sosyolojik kural olarak da okuyabilir tabii. Ancak konu sadece dünyada bir Hegelyan efendi-köle diyalektiği şeklinde işlemiyor.
Çoğu kez
(sınıf mücadelelerinde veya etnik-milliyetçi kavgalarda)
kölenin efendilik konumuna yükseldikten sonra dünyaya özendiği efendinin zulmünden başka bir şey sunmadığı da görülür.
Oysa mevcut dünya düzeninin en az iki yüzyıldır madunları olan
Müslümanların adalet talebi sadece kendileri için değil, bütün insanlar içindir.
Amaç sadece zalimi değiştirmek değil, iktidar konumunu bütün insanlar için adalet tesis ve tevzi edecek bir nizamı temin etmektir.
Müslümanlar bunu geçmişte yaptılar. Belli etnik, ırksal veya coğrafi yaşam koşullarından kaynaklanan özellikleriyle değil, sadece Mizan içeren Kitab’a tabi oldukları için bunu yapabildiler.
İslam’la şereflenen kavimler, önceden ne olurlarsa olsunlar, İslam kendilerine önemli meziyetler kazandırdı.
Kimse İslam’ı şereflendirmedi, ne Arap ne Acem ne Türk ne Kürt ne Hint ne başkası.
Hepsi de Müslüman olmakla, İslam’la şereflendi ve bunu tam da öylece bildikleri için, öyle bildikleri ölçüde, Kur’an’da zikredilen
Bedeviler gibi Allah’ın Resulü’ne ve dinine minnet borcu yükleme cehaletine düşmedikleri için yüceldiler.
İnsanlığın medeniyet birikimine bu sayede tarihi katkılarda bulundular.
Asırlarca dünyaya kültürel açıklığın, medeniyetin, ama aynı zamanda kültürel ve dinsel bir arada yaşamanın, dinsel özgürlüğün benzersiz modelini defalarca, her yerde ortaya koydular.
Bu model bir defalığına uygulanmış istisnai bir model değil,
Kudüs’ten Kahire’ye, Şam’dan Antakya’ya, Bağdat’tan İstanbul’a, Üsküp’ten Saraybosna’ya, Haydarabad’dan Lahor’a, Semerkand’a kadar
her yerde aynı şekilde tekrarlamış olması onun sağlam dini referansları olduğunu yeterince gösterir.
Bu modelleri uygulayan Müslüman nesiller ile bugünün Müslüman nesillerinin çok farklı koşullarda olduğu söylenebilir. Vakıa da öyledir. O modelleri başarılı bir biçimde uygulamış nesillere kıyasla bugün Müslümanlar her şeyden önce istisnai olarak bir
Halife-sonrası şartlarda
yaşamaktadırlar.
Bu lafın gelişi söylenen bir söz değil elbet.
Halife-sonrası şartlar
Müslümanlar için
başsızlık, odaksızlık, siyasi temsil yoksunluğu, muğlak ve rastgele mensubiyetler, sömürge, kendini sömürgeleştirme, İslam’dan en iyi ihtimalle hüda-i nabit bir beslenme biçimi gibi durumlar
a denk geliyor. Böyle bir oluşuma bir “
dünya
”, yani “
İslam
Dünyası
” demek bile tartışılabilir bir şey (Bu vesileyle değerli düşünür ve uluslararası akademisyenimiz
Cemil Aydın
’ın yakınlarda Türkçe’ye çevrilen “
İslam
Dünyası
Fikri
” isimli çalışmasını da bütün takdirlerimizle ve bu tartışmaların daha iyi yürütülmesine vesile olması temennilerimizle zikredelim). Ama bir yandan da 2 milyara yaklaşan nüfuslarıyla, şu veya bu ölçüde aynı Kitap’tan beslenen, aynı kıbleye dönen, aynı ibadetleri aynı şekil ve muhtevayla yerine getiren ve
en asgari halleriyle bir “dünya”nın bütün şartlarını, dertlerini, sıkıntılarını ve tabii ki avantajlarını da yaşayan insanlar var.

Bu dünya içine kapalı bir dünya da değil, başka dünyalarla içiçe, komşu, karşı, dolayısıyla sürekli bir etkileşim içinde.

Böyle bir dünyanın bugün bir liderlikten yoksun olması, bir halife sonrası durum. Ancak sürekli bir liderlik arayışı içinde olması da aynı durumun bir başka yüzü. Darmadağınık organlar baş istiyor çünkü.
Bugün Müslümanların dünyaya bir şeyler söyleyebilecek hale gelebilmeleri için önce kendi içlerinde toparlanmaları lazım. Bu toparlanma için de yürütülen arayışların makul bir siyasi programa dönüşmesi lazım. Ciddi entelektüeller tarafından beslenmesi ve desteklenmesi gerekiyor.
Cemil Aydın
’ın itinalı, tarihi analizlerle desteklenmiş çalışması bu kapsamda önemli bir katkı.
Prof. Salman Sayyid
’in daha önce zikrettiğimiz
Halifeliği
Hatırlamak
ve
Fundamentalizm
Korkusu
gibi çalışmaları,
Sharq
Forum
’uyla
Wadah
Khanfar
, Sabahattin Zaim Üniversitesi’ndeki
CIGA
’sıyla
Prof. Sami al-Arian
, önemli çalışmalarıyla
Prof. Muhtar el-Şankıti
ve
Prof. Mehmet Görmez
’in
İslam Düşünce Enstitüsü
’ndeki
makasıt
çalışmaları önemli bir entelektüel
birikimin ve üretimin
adresleri olarak temayüz ediyor.
Tabii tüm çalışmalar bundan ibaret değil. Geçtiğimiz günlerde 6.’sı İstanbul’da toplanan
Kuala Lumpur Zirvesi
de bu doğrultuda kaydedilmesi gereken önemli bir platform. Özellikle son toplantıda
Cezayir’deki Silm Hareketi
nin siyasi partisinin şimdiki genel başkanı, Zirvenin de başkanlığını yürüten
Abdürrezzak Meqri
bu Zirve için özel olarak “
Medeniyet Seferberliği ve Geçişin Zorlukları
” başlıklı 266 sayfalık bir rapor-kitap yazmış. Bu kitap başlı başına bu alanda yapılacak tartışmalar için referans olacak kitaplardan biri. İnşallah zamanla o kitabı burada ele alırız. Bir an önce Türkçe’ye çevrilmesi ve Türk okuyucusuna da sunulması gerekiyor. Aynı zamanda Kuveyt’te uzun yıllar
Al-Mujtama
dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütmüş olan
Muhammed el-Raşid
’in başkanlığını yürüttüğü
İslam Dünyası Stratejik Düşünce Platformu
da aynı dertlerle mustarip olarak düzenli toplantılarını İstanbul’da yapıyor. Bütün bu çalışmaları “
İslam Dünyası’nın yeniden doğuşu için entelektüel sancıla
r” başlığı altında toplayabiliriz. Ancak bütün bu çalışmaların merkezinin İstanbul olması da üzerinde ayrıca durmayı hak ediyor.
Tam da bu noktada
Mağripli
değerli düşünür ve yazarlardan
Dr. Kemal el-Kasir
’in geçtiğimiz Kasım ve Aralık aylarında
Kuds el-Arabi
’de iki ilginç makalesi yayınlandı. Makaleler
“Kapalı Kültürel Paradgimaların Çöküşü: Türkiye İçin Nasıl Bir Rol?” ile “İslam Dünyasının Türkiye’ye Ne İhtiyacı Var?”
başlıklarını taşıyordu. İkisinde de İslam Dünyası’nın bugünün dünyasına, medeniyet birikimine tarihi katkısını yapabilmesi için öncelikle kendi içinde bir toparlanma yaşaması gerektiği fikri işlendikten sonra bunu yapabilmek için gerekli şartları kimin haiz olduğu tartışılıyor.
El-Kasir
, genel olarak aynı dertlerden mustarip ve hiçbir milliyetçi-kavmiyetçi endişe taşımaksızın
Müslümanlar adına yeni bir medeniyetin inşası veya mevcut medeniyet birikimine Müslümanlar adına öncü bir katkı yapacak adres olarak Türkiye’yi ve İstanbul’u işaret ediyor.

Ancak, önceki yazımızın sonunda sorduğumuz soruyu da tekrarlayarak: Türkler genel olarak bu tarihi rollerinden haberdarlar mı, bu öncü role yeterince hazırlar mı? Bakalım.

#İslam Dünyası
#Cemil Aydın
#Entelektüel
#Medeniyet
1 yıl önce
İslâm Dünyası’nın yeniden doğuşu için entelektüel sancılar
Kudüs’ün aşıkları
Sudan’da olanlar da Sudan’la sınırlı değil
Kamu tasarrufu
BİT’lere kadrolu işçi alımında acilen tedbir alınması gerekiyor
Tarih bizi çağırıyor ama biz birbirimizle boğuşuyoruz!