|
Sohbet çekilince aramızdan…
Hakkında şimdiye kadar okuyup duyduklarımız, dostluğun çoklukla pek bağdaşmadığı yönünde. Öyle ya,
“çok dostu olanın dostu olmaz”
demişti
Aristoteles
. Oysa aynı filozof dostluğun hazza, çıkara ve erdeme dayalı olan türlerini ayırmayı da ihmal etmez. Erdeme dayalı dostluğun mümkün en fazla sayıda insanla paylaşılmasını engelleyen şey nedir? diye sormuştuk.
Herkesle dost olmak çoğu kez kendi dostlarına da ihanettir,
çünkü erdemli olmayanlar, erdemlere düşman olanlar da vardır ve onlarla o erdemler adına dostluğu kabul etmek herşeyden önce dostluğun anlamını yok eder.
Burada dostluk aslında dostlarla erdem için, erdem sayesindedir ve erdemler başkalarıyla paylaşıldıkça dostluk da artmaktadır, erdemler ise eksilmemekte, zayıflamamakta daha da güçlenmektedir.
Oysa filozofun mükemmel dostluk fikrinde erdemli insan, en yüksek dostluğa muktedir tek kişi, dostluğa en az ihtiyaç duyandır ve kurduğu dostluklar konusunda en kısıtlayıcı olma ufkuna veya istiğnasına da sahip olandır.
Belki tarif edilen erdemli, erdemini başkalarıyla paylaşma konusunda kinik bir pasifliği tercih eder.
Bu sayede erdemler alanında edindiği bu özerkliği, özgürlüğün zirvesini işgal eden, dosta hiç ihtiyacı olmayan ve hatta burada başka basit insanları, dostluğa layık olmayanları dışlaya dışlaya bir tür dostluk kıtlığı da talep etmiş olur. O yüzden
Pierre Aubenque
’ın dediği gibi
“Mükemmel dostluk kendini yok eder”.
Tam da bu dostluk kıtlığı veya tekilliği düşüncesine karşılık
Hz. Muhammed’in dostluk tecrübesi
nde karşımıza bırakınız dünyadaki trajik kıtlığı, eksikliği veya yokluğunu,
tam bir kanıtlanmış bolluk
göze çarpmaktadır. O kadar ki, onun bir dostu yoktur sadece. Tabii, onun akranı, yaşı yaşına, kişiliği kişiliğine uygun, halinden en iyi anlayan, yol arkadaşı, sırdaşı, sevincini, üzüntüsünü, her türlü hissiyatını, fikriyatını beraber yaşadığı, paylaştığı, her türlü sıkıntısında dağ gibi arkasında duran
Sıddık bir arkadaşı vardır. Onunla çok özel bir dostluğu olsa da dostluk tecrübesi onunla sınırlı olmamıştır.
O dostluk onun için belki başka dostluklar için bir kapı, bir açılım yolu oluşturmuştur. Gerçek bir dostu olmuş ama yanısıra olabilecek en çok sayıda dostları da olmuştur, her yaştan, her toplumsal statüden, tabakadan, erkek ve kadın, akraba veya yabancı, Kureyşli veya Kureyş dışından, Arap veya Acem, Habeşli, Yemenli, şehirli veya bedevi her cinsten dostları.
Bu kadar çok dostu olanın dostu olamayacağı sözünün tam aksini fiilen ashabıyla olan muhteşem dostluğuyla kanıtlamış bir örnektir Hz. Muhammed (s).
Ashab sahi
b
in çoğulu.
Sahib
ise bir anlamı Türkçe’deki gibi bir şeye sahip olmayı içerse de,
malik olmak
anlamına gelmeyen bir sahiplik bu. Burada
sahib
olanla karşılıklı bir
sahabet
ilişkisi vardır.
Bir dostun maliki olmayız sahibi oluruz, yani ona eşlik eder, ona karşı sorumluluk yüklenir, ona yoldaşlık eder onunla musahebe-sohbet ederiz.
Sohbet ise
insanın bu dünyada varoluşunun aslında en temel düzeyi.
“Biz bir sohbet olalı”
der bir şiirinde Hölderlin, insanın yeryüzündeki varoluşunun esasına değindiği noktada.
Heidegger
bu şiiri yorumlarken insanların birbirlerinden birşeyler duyarak, birbirlerine birşeyler söyleyerek, birbirleriyle söyleşerek mesken tuttukları dilin tabiatını da anlatıyor.
Dünyamızı sohbetimiz inşa ediyor. Sohbetlerimizle, birbirimizden duyduğumuz ve birbirimize söylediklerimizle görüşümüzü de, algılarımızı da, gerçekliğimizi de inşa etmiş oluyoruz.
Sohbet, dostluğun esasıdır.
Bugün erdemlere dayalı iyi bir dostluktan yakınanların ilk bakmaları gereken yer sohbetin ne kadar eksilmiş olduğudur.
Erdemleri yayan bir sohbet alabildiğine eksilmiş durumdadır.
Bütün sohbet arzumuzu uzaklarda ekranlardan bize seslenenlerle gideriyoruz. Bazen bu seslenenlerin sesi başka zaman veya mekanlarda kaydedilmiştir üstelik.
Biz orada bir sohbetin bir parçası değil sadece bir seslenişin hedefiyiz. Olabilir mi böyle bir iletişim, böyle bir sesleniş ve duyuş şekli? Olabilir elbet, oluyor da. Ancak sohbet değil bu, açık.
Dinleyenin de katıldığı, dile gelen hakikatin bir parçası olduğu sohbet tek taraflı bir vaazdan da farklıdır.
Bugün neleri kaybettiğimiz sorusunu sormayı akıl edebiliyorsak bakmamız gereken en önemli yer belki de bu sohbet, sahabettir.
Hz. Muhammed’in
(S) sohbetine katılanlar ondan vaaz da dinliyorlardı elbet, ama daha çok sohbet ediyorlardı, soruyorlardı, bilmediklerinin idrakindeydiler ve karşılarında yaratanla vahy irtibatı olan biri olduğu için kulak kesiliyorlardı. O’ndan gelecek olan herşeye “işittik ve itaat ettik” dedikleri bir teslimiyet içindeydiler elbet,
ama yine de onlar o kutlu elçinin müridi, değil ashabı idiler.
Resul de kendine mürit, şakirt, körü körüne tabiler edinmeyi düşünmedi hiçbir zaman, kendine ashab edindi, dost edindi.
O dostları, ashabı, neyi bilmediklerinin çok farkındaydılar. Kendilerine vahyi getiren kendilerine peşin peşin elinde gaybın anahtarlarının bulunmadığını, dolayısıyla kendisine Allah’ın verdiğinden fazla bir bilgi olmadığını söylemişti zaten.
Onlara vekil de değildi, musaytir (iktidar) veya müheymin (hegemon) de değildi. Teklif ettiği, onların kişiliğini yok etmeyen, kendilerini Allah’ın en sevgili kuluyla sohbet arkadaşı kılan müthiş bir yoldu.
O yüzden ashab peygamberle çıktığı yolda Onu kendi canından bile, ana babasından, evladından bile daha fazla sevecek bir muhabbet makamındaydı ama
sohbet faslında onda fena bulmuş değildi.
Peygamber kendilerine bir şey söylediğinde bunun
“vahyden mi kendinden mi olduğunu”
açıkça, cesaretle ve en önemlisi dostça sorabiliyorlardı.
Onun sohbetin bir tarafı olarak kendi görüşü olduğunu öğrendiklerinde en dostane halleriyle, daha doğru, daha uygun buldukları görüşü teklif ediyorlardı.
O kutlu sahipleri de çoğu kez onların görüşünü daha uygun buluyor, onların görüşünü kendi görüşü gibi benimsiyor ve onunla amel ediyordu.
O pazı politik hedeflere ulaşabilmek için, etrafında insan toplamak üzere insanlara bir görüşün propagandasını yaparak, inançlara, görüşlere, eleştiriye araçsal bir anlam yükleyen liderlerden değildi.
İnsanlara anlattığı şey kendisinin de sonuna kadar inandığı, değer verdiği, uğruna varlığını ortaya koyduğu bir mesajdı.
O mesajın kendisine karşı bir sorumluluğu vardı, o mesajı aktardığı, kabul eden veya etmeyen insanlara karşı bir sorumluluğu vardı. Bu mesajı alan ve benimseyen insanlara da intikal ediyordu bu sorumluluk.
Bu ortak sorumluluğun mahiyeti insanları birbirine ashab kılıyordu.
#dost
#Aristoteles
#Hz. Muhammed
#Sıddık
2 yıl önce
Sohbet çekilince aramızdan…
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle