|
İsrail bağımlı yapılarla birlikte kolonyalist tarihin uzantısıdır

Kudüs’ün üç din için kutsal bir mekân olduğundan hareketle, haklı olarak, dünyaya bir mesaj vermeye çalışıyoruz. Bu mesaj Avrupa ülkeleri başta olmak üzere Hristiyan dünyasına ve elbette bütün dünyaya yöneliktir. Hatta Siyonist olmayan Yahudileri de hedeflemektedir. Bunun yanında, üç büyük semavi din söyleminin Amerika liberalizminin soğuk savaş sonrası dönemini çağrıştıran bir tarafı da var. Türkiye, İsrail’in katliamlarını durdurabilmek için birtakım uluslararası baskı mekanizmalarını harekete geçirmek istediğinde “üç büyük semavi din” söyleminin de sürece katkı sağladığını söyleyebiliriz. Osmanlı’nın ve İslam dünyasının tarihî değere sahip uygulamaları Türkiye’nin girişimlerine dayanak oluşturmaktaydı. Fakat yine Avrupa ülkelerinden başlayarak Türkiye’ye, İslam dünyasına ve Müslümanlara yönelik doğrudan düşmanlık içeren yaklaşımların artmaya başlaması “üç büyük semavi din” yaklaşımını önemsizleştirmektedir.

Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer dinlere sıcak mesajlar içeren yaklaşımın güçlü bir tarafı vardı. Belirttiğimiz gibi bu yaklaşım, gücünü tarihî uygulamalardan almaktaydı. Tarihi değiştirmek mümkün değildir fakat bugüne yönelik müdahaleler tarihî uygulamaların değerini önemsizleştirebilir. Bu açıdan özellikle Türkiye’nin Kudüs ve Filistin siyasetinde ve elbette Libya’dan Kafkaslara kadar yayılan alanda bir “adalet savaşçısı” olarak öne çıkmasından endişe edildiğini görmek gerekir. Türkiye karşıtı propaganda faaliyetlerini tarihî uygulamaları önemsizleştirme çalışması olarak görebiliriz. Afakî bir değerlendirme yapmadığımız, çok geniş bir coğrafyada Türkiye’ye ve Erdoğan’a yönelik artan ilgiden anlaşılır. Olayların mevcut şartlar içindeki gelişimi, Türkiye’nin makul bir zaman içinde oldukça geniş bir alanda sözüne itibar edilen ve güven telkin eden bir güç olacağına işaret ediyor. Bu da Türkiye’ye ve Erdoğan’a yönelik içeriden yöneltilen gerçekten çirkin yakıştırmaları daha farklı bir bağlamda ele almamız gerektiğine işaret eder. İçeriden dışarıya mesaj verilmektedir.

Türkiye, özellikle bütün dünyaya korku salan İsrail gibi bir devletin vahşiliklerine karşı çıkmakla Batı sisteminin dokunulmaz kabul edilen güç merkezlerini dokunulabilir bir hâle getirmişti. Türkiye’nin ve Başkan Erdoğan’ın bütün dünyada yankı uyandıran bu cesur tutumunu yüz yıllık gelişmeler çerçevesinde ele aldığımızda riskin büyüklüğü daha iyi takdir edilir. Batı hegemonyası karşısında yerel düzeyde başarıya ulaşan devletler ortaya çıktı fakat Türkiye gibi küresel ölçekte etki uyandırabilecek muhtemel bir güç merkezinden bahsedemeyiz. Tam da bu gerekçe ile PKK ve İP çevrelerinin Türkiye’yi ve Başkan Erdoğan’ı İsrail’in kolonyalist vahşeti ile birlikte anması millî güvenlik meselesi olarak görülmelidir. Bu tarz çirkin yakıştırmaları sıradan bir muhalefet yaklaşımı olarak görmemek gerekir.

Coğrafyanın içeriden teslim alınmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, çok erken dönemde PKK’nın Türkiye ve coğrafya açısından büyük bir sorun olabileceğini görmüştü. Bu örgütün terör eylemlerine başlamasından kısa zaman sonra ABD’nin Irak’ı işgal etmesi tesadüf değildi. PKK konusunda çok kesin bir tutum benimsense de dışarının yönlendirmesi ile içeriden yapılan müdahaleler Türkiye’ye pahalıya mal oldu. PKK ile kıyaslandığında FETÖ’nün Türkiye ve coğrafya karşıtlığının fark edilmesi çok daha geç bir zamana tekabül eder. Etnik ve dinî aidiyetler üzerinden yapılan saldırılar ve yıpratma kampanyalarının bedeli Türkiye açısından ağır olmuştur. Yüz yıl önce Türkiye’yi güçlü kılan iki unsurun zayıflatılmak ve hatta zaafa dönüştürülmek istendiğini söyleyebiliriz.

PKK ve FETÖ, doksanlardan itibaren İsrail’in ve genel olarak Batı’nın bölgesel düzeyde temsilcisi konumuna yükselmek istedi. Bu açıdan bağımlı yapılar kavramını önemsiyoruz. Türkiye, İsrail’i durdurmak için harekete geçtiğinde iki örgüt arasındaki yakınlaşma gözle görülür bir hâl aldı. 15 Temmuz’dan sonra bağımlı yapılar arasındaki yakınlaşma çok daha kapsayıcıydı. Bu dönemde muhafazakâr dindar yapıların bir kısmı yakınlaşma sürecine dâhil olmakta sakınca görmedi. Bu “üç büyük semavi din” söyleminin içeriden güçsüzleştirilmek istendiğine delalet eder. İslam coğrafyasının iç bütünlüğünün kaybolduğu yönünde bir algı oluşturulmak istendi. Böylelikle Türkiye’nin mücadelesi kişisel hırslara indirgenecekti. Etnik ve dinî aidiyetlere yönelik müdahaleleri önemsek gerekir. Türkiye, mücadele hattını Kudüs’ü ve Gazze’yi kuşatacak şekilde genişleterek süreci farklı bir boyuta taşımıştır. Kudüs’ün Türk milletini beklemekte olduğu yönündeki ifadeleri yoğun bir hissiyatın mahsulü olarak görmemek gerekir.

İsrail, Batı’nın kolonyalist tarihinin bir uzantısıdır. Bağımlı yapılar bu tarihin bir parçası olmaya can atıyor ama Türkiye neredeyse bütün bir coğrafyayı ayakta tutuyor. Bu, hakikaten büyük bir mücadele örneğidir.

#İsrail
#Kudüs
#Avrupa
#Hristiyan
#Siyonist
#Amerika
#Osmanlı
3 yıl önce
İsrail bağımlı yapılarla birlikte kolonyalist tarihin uzantısıdır
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle