|
İstanbul’da seçim kazanmanın formülü

İstanbul’da seçim kazanmanın formüllerini vereceğim. Hiç öyle siyasi denklemlere falan ihtiyaç yok. İş ve icraat vaatleri belirleyici olacak.

Birincisi ve en önemlisi;
taksi meselesi. Başkan adayı dünyanın her yerinde gayet normal olduğu gibi ya UBER’in yahut yerli bir uygulamanın faaliyetine izin vermeyi taahhüt etmeli.

Bu hem vatandaşın hem turistin hem taksi sürücülerinin kurtuluşu demek. Plaka tefecilerinin elinden milletin çektiği artık yeter.

Böylece taksi şoförleri başkası için değil, kendi için çalışma imkânı bulabilir. Kendilerine doğru dürüst, konforlu, trafikle mücadelede daha az yorucu olan otomatik, adaptif hız sabitleyici gibi donanımları olan araçlar alır, tefecilerin kesesini doldurmayı değil, kendi ailelerinin refahını düşünürler.

Yolcuların çilesi de biter. Temiz ve uygulama denetimli nezih bir yolculuk imkânı bulabilirler. Turistler de saçma sapan paralar ödeyip Türkiye ile ilgili yanlış imaj edinmekten kurtulurlar.

Merkezi düzenleme gerekecekse belediye başkanı tatillerde gezmemeyi, Meclis’ten bunu mümkün kılacak düzenlemeyi geçirene kadar çalışacağını, gerekirse Meclis’in kapısından ayrılmayacağını taahhüt edebilir.

İkincisi ve daha önemlisi;
toplu taşıma meselesidir. Başkan adayı bu başlıkta alternatiflerin geliştirilmesini öncelemelidir. İstanbul’da son 5 senedir bir cm metro açılmadı dense yeri...

Açamayanı defetmeli, açacak olanı getirmelidir. Bu tür kabiliyeti haiz siyasi irade Türkiye’de pekâlâ mevcuttur.

Şehrin otobüslerinden kapkara duman çıkmayacağı taahhüt edilmelidir. Şehir solunmaz bir hal aldı. Bu şehrin belediye başkanı yapabiliyorsa şehre
dizel
araçların girişini yasaklamalı, yapamayacaksa ticari araçların dizel olanlarına çalışma ruhsatı vermemeyi taahhüt etmelidir. Temiz hava sözü vermelidir yani.
Üçüncüsü ve daha da önemlisi;
her gece caddelerde oluşan kamyon, otobüs, servis parklanmasının bitirilmesi taahhüdüdür. İstanbul gibi bir şehrin caddeleri, güvenlik endişeleri artarken, deprem riski tartışılırken nasıl olabilir de hafriyatçıların, servisçilerin, özel halk otobüsçülerinin başıbozuk parklanma sahasına dönüştürülür?

Bu şehrin dünyadaki muadillerinde böyle parklanmalara hiç izin verilir mi? Bu şehrin sakinleri büyük araç park edenlere caddelerini ve güvenliğini feda etmek zorunda mı?

Allah muhafaza büyük bir deprem yahut başka bir afet olsa bu caddeler nasıl işletilecek?

Dördüncüsü ve daha daha önemlisi;
kentsel dönüşüm talebi olanlara mülkiyet haklarına zeval getirmeden makul dönüşüm çözümleri getirmeyi taahhüt etmelidir. Bir anlamda kentsel dönüşüm kanunu olarak halkın önüne konan metnin ihmal ettiği mülk sahiplerinin düşüncelerini dikkate almayı benimsemelidir.
Beşincisi ve çok daha önemlisi;
su güvenliğinin sağlanacağını taahhüt etmesidir. İstanbul bir su kriziyle karşılaşırsa deprem gibi majör katastrofik hadiseleri beklemeden zaten çok büyük sorunlar yaşar. Hijyen, gıda, sağlık her şey sorun olur. İşletmeler kapanır ekonomik kayıp ölçülemez seviyelerde gerçekleşir. Restoranlar, oteller, fabrikalar geri dönülmez biçimde zarara uğrar.

Bu şehrin belediye başkanı adayı alternatif su kaynakları geliştirmeyi, gerekirse deselinasyonu gündeminde en üst sıralara yazmalıdır.

Altıncısı ve en can alıcısı;
İstanbul belediye başkan adayı, bu şehri Türk milletine emanet eden ceddimiz Fatih’in türbesine tekme atacak kadar zavallı birisi olmamalıdır. Olamaz.
Son söz oy verecek olan İstanbullulara;
İstanbullular öyle bir oy kullanmalıdır ki ortaya çıkacak sonuç Fatih’in türbesine tekme atacak tıynettekilerin bacağını kırıp eline vermiş gibi hissettirmelidir. O tekme milletin ruhuna vurulurken sessiz kalınmadığını gösterecek bir fırsat daha gelmeyecek. Bu fırsat kaçarsa o günden bu yana süren sessizliğin bedeli başka tekmelerle bu millete ödetilir.

MEMLEKET YATIRIM FONU

Yukarıda saydıklarım şehrin sorunları ve ihtiyaçları göz önüne alındığında olmazsa olmazlar. Bir de kendi önerim var. Bu başlıkta çok çeşitli düşünceler içindeyim; bir kısmı merkezi hükümetin iradesiyle çözülebilir, bir kısmı belediyenin inisiyatifinde halledilebilir ama sadece birisini aktaracağım.

İstanbul özel bir şehir. Kökeni Türkiye’nin değişik yerlerinden milyonlarca insan bu şehirde yaşıyor. Bazısının ilk evi İstanbul, ikincisi memleketi… Bazısının hâlâ ilk evi memleketi, ikincisi İstanbul...

Böyle bir şehir nüfusunun bağ kurduğu veya bağlı bulunduğu yerlerle ilişkisini geliştirecek yaklaşımlar neden ortaya konmasın ki? Bu minvalde dünyanın farklı yerlerinden birçok örnek de var. Mesela daha önce Japon Memleket Vergisini yazmıştım. Tokyo’ya verdikleri göç nedeniyle gelirleri ve imkânları azalan ve bu nedenle zayıflayan şehirlerin desteklenmesi için getirilmiş bir uygulama olduğunu okumuş olanlar hatırlar.

Bu sefer de gene Japonya’da geliştirilen bir düşünceyi gündeme getirmek istiyorum; Memleket Yatırım Fonu.

İstanbul Belediyesi, diğer şehirlerin yatırım projelerini sınıflandırdığı bir fonu pekâlâ ihdas edebilir ve İstanbulluların dilemesi halinde bu fona kaynak aktarmasını sağlayabilir. Sosyal bir fon olarak da düşünülebilir, sermaye piyasası fonu olarak da değerlendirilebilir.

Normalde bu tür fonları şehirler kendileri de kurabilir ama İstanbul’un örgütlenmesi başka şey.

Böylece İstanbul’a göç etmiş durumdakiler memleketlerine bir katkı verecek örgütlü, şeffaf ve sürdürülebilir bir mekanizmaya kavuşmuş olur. Belki son dönemde hızlandığı anlaşılan İstanbul’dan memlekete göç düşüncesinin zemini güçlendirilebilir.

Belki göç veren şehirlerdeki kadın girişimciler, çiftçiler, genç girişimciler, yeni teknolojiler, kooperatifler, okul, park, spor alanı gibi sosyal yatırımlar bu sayede İstanbul’daki hemşehrileri tarafından desteklenebilir. Gayet mümkün. Hele de göç veren birçok şehir yeniden kalkınmak için her katkıya ihtiyaç duyarken.

#Siyaset
#Politika
#Yusuf Dinç
5 ay önce
İstanbul’da seçim kazanmanın formülü
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar