|
TL’ye geçişin zamanı geldi mi?

Geçtiğimiz hafta TCMB Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın “TL’ye geçiş zamanı geldi,” açıklamaları gündemin önemli bir parçası oldu. Merkez Bankası beklenti üzerindeki faiz artışlarıyla sahaya inip sert sayılabilecek mesajlarını iletme gücünü kendinde topluyor.

Reel kesimi, İSO Meslek Komiteleri Ortak Toplantısı’nda mealen; “hedef ve amaçlarımıza ikna olmazsanız sizi daha fazla sıkarız,” diye bu sayede uyarabiliyor.

Bu uyarıyla finansallaşmanın reel kesim üzerinde kurduğu tahakküm Türkiye’de bir katman daha pekiştirilmiş oldu.

Aslında bu uyarı, olması gerektiği “gibi gelin kol kola girelim,” mesajı içermiyor. “Bize uyacaksınız, lamı-cimi yok, uymazsanız uydururuz,” anlamı taşıyor.

Devlet-işletmeler-hanehalkı ve “finans” birbirleriyle dayanışan ekonomik aktörler olarak sistemde var olmalıdır. (Ana akım finansal kesimi sorgulamak gerektiği ve dayanışmayı bizatihi bozan aktör olduğu için finansı tırnak içinde verdim.) Fakat Türkiye kapitalistleştikçe, Türkiye finansal-pazarlaştıkça bu aktörler birbirleriyle çatışan bir karakter kazandılar ve bu hal daha da çetinleşecek. Çünkü pazar, bağımlı olduğunu düşündüğü sermayenin menfaatlerini daha çok savunacaktır. Ve çıkma vizyonu kuramadığınız finansal bağımlılıklar azalmaz bilakis artar. Hatta arttıkça artar.

Peki, TL’ye geçişin zamanı geldi mi? Ya da şöyle sorayım gerekçe olarak görece yüksek faiz ortamını göstermek bu zamanın geldiğini söylemek için yeterli midir?

Sorunun ikinci biçiminden cevap vereyim; değildir. TL’ye geçişin zamanı geldi demek için “rasyonel” yahut Ortodoks yaklaşımlarda yüksek faiz gerekçe gösterilemez. O zaman ne gerekçe olur sorusuna yapısal dönüşüm falan demeyeceğim çünkü yapısal dönüşüm arz yönlü iktisat demektir ve Ortodoks yaklaşım içinde yeri yoktur. Ortodoksiyi savunup yapısal dönüşüm diyenler kendilerini mi kandırıyor toplumumu aldatıyor, bilemiyorum.
Ortodoks çerçevede TL’ye geçmenin gerçek zamanı TL’nin değer kaybetmeyeceği ve değerlenmeye başlayacağı zamandır.

TL’ye geçişin zamanıdır ifadesi Ortodoks anlamda kullanılıyorsa aslında Erkan, buna işaret ediyor olmalıdır. Yoksa reel kesim ikna olmaz.


Reel Kesim Nasıl İkna Olur?

Reel kesim, kısaca, faiz politikasıyla ikna olmaz. Merkez Bankası uyarısını yaparken gerçekten faiz politikasıyla ikna edici olacağını düşünüyorsa politika faizindeki artışlar nerede biter kimse bilemez. Arjantin örneği bu bakımdan önemli. Erkan’ın bu hataya düştüğünü zannetmiyorum.

Reel kesim
faiz değil, kur politikasıyla
ikna olur. TL lehine döviz arz talebinin değiştiğini, TL’nin değerlenmeye başladığını görmek isteyecektir. Çünkü vurgu aslında irrasyonel görülebilecek rasyonele, yani Ortodoks çerçeveye yapıldı. Vurguyu rasyonele yapmanın da gereği yerine getirilmeden ikna edici olamama gibi bir maliyeti var. Yani vurguyu Ortodoksiye yapmanın gereği yerine getirilmeden ikna edici olamama gibi bir maliyeti var.

Kurda değerleme görülmeden yani ucuza ithalatla, yani cari açıkla, enflasyonun düşürüleceği görülmeden teoriye göre reel kesim ikna olmayacaktır. İşlerine gelir gelmez ayrı mesele…

Kapitalist irrasyonalitenin rasyonelleştirilmesinin sonucundan kaçınılamaz. Böyle bir gelişmeye ilerlendiğinin örtülmesinin de faydası yoktur. Yahut tek haneli enflasyon hedefi ötelenmelidir.


KGF yerine YTAK

Kısaca kura dair, OVP’deki yahut Enflasyon Raporundaki tahminler referans alınan teoriyle uyumsuzdur. Eğer bu tahminler doğruysa enflasyon düşemez. Enflasyon düşecekse artan bir kur öngörülemez.

Peki, değerli TL tercihinin ihracat hedefleri ve ithal ikameci yaklaşım ortadayken olumsuz etkileri nasıl giderilecek? Cevap: uygun finansmanla (Ticaret Bakanlığının geliştirdiği stratejiler dışında) …

Buna ilişkin en önemli beklentiyse selektif başlıkta sunulacak uygun kredi imkanlarıydı. Fakat Türkiye kendini
orta gelir tuzağından
çıkamaz hale getiren biçimde “aşırı” KOBİ’ci olduğundan beklenti uzun süredir yeni Kamu Garanti Fonu (KGF) paketi tanıtılması yönündeydi. Hatta EYT ile işletmelerin ödeyeceği kıdem tazminatlarının KGF’den finanse edilmesi gibi yanlış bir yaklaşım dahi ortaya çıkmıştı.

Fakat Türkiye bu aşırılıktan kurtulmaya başlamış gibi görünüyor. KOBİ’ci olunması iyidir ama aşırı KOBİ’ci olunmasının maliyetleri var.

Yatırım taahhütlü avans kredisini (YTAK) de işte bu aşırılıktan kurtuluşun işaret fişeği olarak gördüm.

Ölçek ve verim küresel pazarlarda rekabetçi kurdan daha önemli bir güçtür. İşletmeler bunu deneyimlemeli.

Üstelik YTAK kapsamında maliyetler, endüstriler, sektörler, ürünler noktasında sistematik bir çalışma yapılmış. İthal ikamesi ve ihracat artırıcı sonuçları yanında istihdam ortamını da iyileştirecek bir kaynak fırsatı ortaya çıkarılmış.

Bu imkândan katılım finans standartları bağlamında yararlanılması da mümkün. Daha önceleri birçok benzer finansman kampanyasından mahrum bırakılan
katılım hassas
girişimciler nihayet ihmal edilmemiş.

KOBİ’leri büyük yapmaya, “aşırı” KOBİ’cilikten çıkmaya vesile olacak bu yaklaşımı hem de katılım finans enstrümanlarıyla güçlendirerek sürdürmek lazım. Böylece orta gelir tuzağından çıkmaya doğru, böylece finansta pazar olmaktan ev sahibi olmaya doğru ve böylece işgücü için nitelikli işler ortaya çıkarmaya doğru bir yol alınabilir.

Yoksa Erkan’ın konuşmasında ifade ettiği “daha yüksek maliyet” daha çok sefer Türk ekonomisine fatura edilir. Yani girecek sıcak paranın çıkarken götüreceği çarpan…

#ekonomi
#faiz
#Türk Lirası
6 ay önce
TL’ye geçişin zamanı geldi mi?
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar