|
Ücret-enflasyon mu, gelirin yeniden dağıtılması mı?
Türkiye’nin bugün aşamadığı tartışmaların gerisinde ekonomideki gelir ilişkilerini
enflasyonla
açıklayan ana akım yaklaşıma sadık kalması yatar. Çünkü zaten bu tartışmalar aşılamasın diye gelir ilişkileri kapitalizmde enflasyonla açıklanır. Mesela ücret artışı meselesi...

Gerçekten ücret artışının gerekliliği, modellenmesi ve miktarı dâhil bağlamdaki tüm tartışma enflasyonla ilişkilendirildiği için kapitalist teorinin tuzağına düşülmektedir.

Ücretler seviyesi enflasyonun bir sonucu değildir. Ücret artışlarını enflasyonla ilişkilendirip çözümleme yapmak yanlıştır. Ücret, enflasyon arttığı için artırılmaz.

Ücret, emeğin üretilen gelirden aldığı paydır. Bu pay, esasen sağladığı katma değerle ölçülür. Yani sunduğu katma değer ücret seviyesini belirler. O yüzden emek, katma değerli işleri tercih eder, iyi vizyonlara katkı vermek ister.

Emeğin üretim sürecindeki katma değerinin payı, yaratılan gelirin dağıtımında rant, kar veya faiz uman diğer üretim faktörleri lehine bir biçimde az kalırsa dağıtımın yeniden düzenlenmesi gerekir. Mevcut teoriler bunu mutlak olarak ya da adaleti arkaya bırakarak çözer, eğer bunlar çözümse. Elbette ben bir kurt taksimini tartışmıyorum. Hakkın yeniden dağıtılmasını tartışıyorum.

Çizdiğim bu çerçeveden tamamen kopuk biçimde enflasyonla ücret ilişkisi kurmanın amacı sadece habis bir sarmalın işlemesini sağlamak üzere teorik destek vermektir. Bu sarmal türevleriyle beraber ekonomiyi sürdürülemez bir yere iterek kapitalist fırsatçılığın avını yakalayıp yemesi üzere örülen bir ağdır aslında. Türkiye de son ücret artışı sürecinde maalesef bu tuzağın içine düşmüştür. Sistem tüm bileşenleriyle üç-beş fırsatçının ekmeğine yağ sürecek cinsten enflasyonla ilişkiyi açıklamaya çalışmıştır.

Oysa olan biten basitti. Türkiye’de Temmuz’a kadar üretilen gelirden emeğin aldığı pay azalmıştı. Zaten ücretlerin yapışkanlığı (dinamik değil, statik belirlenmesi) sene başında gelirin dağılımının yeniden planlanıp sene sonuna kadar emek aleyhine bozulması şeklinde çalışır. Son ücret düzeltmesinin, emek lehine dağılımı yeniden ele almak şeklinde tartışılması gerekirdi. Artış oranı da enflasyonla değil, bu payın tadiliyle tartışılmalıydı. Böylece yapılan doğrunun fırsatçıların fiyatlara yansıtmasıyla boşa çıkmasına hiçbir zaman neden olunmazdı.

Faiz artışı beklentisinin hatta, üretilen gelirden sermayenin payını artırmaya dönük bir tartışma olduğunu kimse görmüyor mu? Bir ara başlık da bu meseleye açayım, ücretler konusunda döneceğim. Vakıa şudur; girişimcinin karı artmıştır ve sistem faizle bu karı geri almayı istemektedir. Olması gereken sermayenin katma değer yaratılması sürecine girişimci gibi kardan hakkını almak üzere girmesidir, şimdiki gibi faizle değil. Faizle modele girip üstüne bir de ilişki enflasyonla açıklanmaya çalışılınca fiyat artışlarının asıl mağduru olan emek (ücretliler) bir tarafa konup bazen girişimcinin çoğu zaman da sermayenin menfaatleri ön plana çıkmaktadır. Sermaye yüz yıldır yaratılan gelirden aldığı payı artırmaktadır. Emek ezim ezim ezilmektedir. Girişimci de her fırsat bulunduğunda dövülmektedir. Sermaye kardan payını alsa zaten kavga bitecek girişimci ve emek bölüşümü aralarında çözecektir.

Faiz bir simyacılıktır. Enflasyonla ilişkilendirilmesi çok yenidir. Ebet müddet böyleymiş gibi, bugünkü sorunlu para sistemi hep varmış gibi meseleyi anlamak bir hatadır. Türkiye enflasyon etrafında meseleleri yorumlayarak -her farklı bakış açısından- teorik çarpıklığın avantajlar-dezavantajlar mahsuplaşmasında artıda kalmanın yolunu aramaktadır. Üstelik kısa vadeli menfaatlerinden vazgeçemeyen küçük kapitalistlerin tercihleri tartışmada taraf bulur, uzun vadeli menfaatlere odaklanmak ontolojik olarak zorlayıcı gelir.
Kısa vadeye odaklanmak zaten başlı başına kapitalist bir eylemdir.
Belki tartışma faiz-enflasyon ilişkisinden çıkarılmalıdır. Böylece problemin faizin oranı olmadığı anlaşılır, deyip konuyu kapatayım.

Türkiye’nin ücretler meselesindeki sorununun bir başka ayağı daha var. Şimdi ona döneyim. Türkiye’de asgari ücretli oranı fazla… Buna göre Türkiye’de yaratılan işler katma değeri düşük işler olsa gerektir. Şunu daha önce yazdımsa da tekrar söyleyeyim; Türkiye’de yaratılan işlerin çoğu gelişmiş ülke standardında mültecilere göre işlerdir. O yüzden “Suriyeliler olmasa işler yürümez” ifadesini mülteci karşıtı işverenler dahi kullanmak durumunda kalır.

Türkiye’nin geliştirdiği kapasiteye, bunca üniversite mezunu nitelikli insanına uygun işlerin yatırımlarını yapmayı tartışması lazımdır. “
Bırakın
mülteciler bu işlerin
bir kısmını yapsınlar”
ifadesi yakın gelecekte kullanılacaksa Türkiye gerçekten bir şeyleri başarmış olacaktır. (Bunu sadece kalifiye nitelikler üzerinden tartıştığımı belirtmek isterim.) Türkiye’nin Türk gencinin vizyonuna katkı vermeyi düşünmesi gerekir. Katma değerli işler üretilirse ücretler de daha anlamlı seviyelere gelecektir. Hem hayata bakış açıları değişecek çarpıtılmış meseleler de daha doğru tartışılacaktır.
#enflasyon
#ücret
#gelir
#faiz
2 yıl önce
Ücret-enflasyon mu, gelirin yeniden dağıtılması mı?
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!