|
Emlak"çilik “ruh”u mu, “melik”lik cesareti mi?

Nietzsche''den yaptığım “ruh” ve “cesaret” sarkaçlarında gezinen o kışkırtıcı alıntıya bir kez daha yeniden dönüyorum. Nietzsche, tarih yapacak bir toplumun, “bir ruha sahip olma”sının yetmeyeceğini, aynı zamanda, “bir ruha sahip olma cesaretine de sahip olması gerektiğini” söylüyordu.

Sadece “emlakçilik” yapmakla meşgulüz; üstelik de, “emlakçilik” yapmaktan hiç bir şikayetimiz yok. Dahası, “emlakçilik” yaparak “vaziyeti” kolay yoldan idare edenlere karşı bir “hayranlık” besliyoruz sanki. Oysa “melik” olma cesaretiyle kuşanıp hareket edebildiğimiz zaman tarih yapabilecek bir toplum olma katına yükselebiliriz ancak.

Batı kültürü de, İslâm kültürü de şu ân bizim “mülk”ümüz değil. İkisinden de bîhaberiz; daha da kötüsü, bîhaber olduğumuzdan da bîhaberiz. Bize Batı kültüründen de, İslâm kültüründen iyi bir haber getirebilecek “muhabir” erbabından da, “muhabere” erbabından yoksunuz; bir haber alabilmiş değiliz henüz.

O yüzden de, İslâm kültürünü de, Batı kültürünü de hakkıyla “temellük” edebilecek / “mülk”ümüz hâline getirebilecek, iki kültüre de hakkıyla “mâlik” olabilecek bir düzlem''e geçemiyoruz bir türlü. İki kültüre de hakkıyla mâlik olamadığımız için, iki kültürü de tastamam mülkümüz kılamadığımız için, iki kültürün de dışındayız. Bu yüzden, dışardan, hariçten gazel okumak, iki kültür hakkında da ezbere konuşmak, dolayısıyla “emlakçilik” yapmak daha kolay geliyor bize. Böylelikle bir şey olduğumuzu, bir şey yaptığımızı zannediyoruz.

O yüzden Batı kültürü de, İslâm kültürü de hayatımızda gerçek anlamda bir şey ifade etmiyor bizim için, hiç bir şeye karşılık gelmiyor. Meselâ Sinan gibi bir dâhî, bize bir şey söylemiyor: Eğer Sinan gibi bir dâhî bize gerçekten dişe dokunur bir şey söylüyor, bizim için bir anlam ifade ediyor olsaydı, yokoluş mevsiminde yaptığımız camilerin hemen hepsi de arabesk camiler olmazdı. Sinan''ın temellük ettiği, mülkü hâline getirdiği, hücrelerine kadar mâlik olarak temsil ettiği ve yeniden-ürettiği İslâm kültürü, düşüncesi ve sanatı, Sinan''ı aşacak boyutlarda ve çapta mülkümüz olurdu.

Sinan diye biri yok bizim hayatımızda. Eğer Sinan yoksa bizim hayatımızda, Sinan''ı Sinan yapan İslâm kültürünün, düşüncesinin, sanatının ve medeniyetinin de hayatımızda bir yeri, hiç bir yeri olmadığını söylemek ve kabul etmek zorundayız.

Sinan, bir ruha sahipti; bir ruha sahip olma cesaretine de sahipti. O yüzden, taşa ruh üfleyebilmiş; taşı kudsî bir varlığa dönüştürebilmişti. Oysa bizim hayatımızda Sinan da yok; Sinan''a ruh veren ruh da. O yüzden Sinan''ı bile kolaylıkla, “emlakçilik” yaparak taşlaştırabildik ya. Sinan taşa şekil verdi, ruh verdi; bizse ruhumuzu şekilsizleştirdik ve taşlaştırdık.

Batı''yı da, Doğu''yu da, İslâm''ı da bir bütün olarak, önyargısız ve saplantısız şekillerde temellük edemediğimiz, kendi mülkümüz hâline getiremediğimiz sürece, sadece “emlakçilik” yaparız. “Emlakçilik” yaparak, kısa yoldan, aracılık, komisyonculuk, paracılık yaparak, köşeyi kapmaya bakarız. Ruhsuzlaşırız böylece. Ruhumuzu bile açık artırmaya çıkararak satarız bile!

Ruhumuzu bile açık artırmayla satılığa çıkardık “emlakçilik” yaparak. O yüzden Mevlânâ yok aramızda ve o yüzden ucuz yoldan, anlamadan, ne yaptığımızı bile anlamadan satıyoruz ya Mevlânâ''yı bütün dünyaya turistik malzeme olarak. O yüzden Sinan yok aramızda. O yüzden Yunus yok yanıbaşımızda. O yüzden Itrî diye biri yok kulaklarımızın ve ruhumuzun kirlerini temizleyecek.

Doğu''nun, Batı''nın ve İslâm''ın “mülk”lerini temellük etmemiz, bu “mülk”lere “mâlik” olmamız, ancak bütün zamanları tanıyabilecek, bütün zamanlara ve kültürlere mahkûm değil, “hâkim” olabilecek, pergelini şaşırmamış bir ruhla donanabilecek, böylesi bir ruha sahip olma cesaretini gösterebilecek ölçüde ve ölçekte, “melik” olmaya ihtiyacımız var.

Melik''lik çelik bir cesaret ister. Çelik cesareti gösterecek uzun zaman-mekân yolculuğuna çıkabilecek bir yürek ister.

Melik olma cesareti, bizi özneleştirecek, olup biten her şeyi, “yukarı”dan, kuşbakışı görebilmemizi sağlayabilecek, nereye “sefer” düzenlenebileceğini, nasıl ve ne zaman “zafer”le dönülebileceğini söylerek, bizi tarihe yeniden girdirebilecek, bizim tarihi yeniden yapmamızı mümkün kılabilecek yolları önümüze açabilecek asil bir ruh halidir.

O yüzden, ruhumuzu yok eden “emlakçiliği” terkedip, yeniden asil bir ruha sahip olma cesareti armağan edecek melikliği temellük edecek bir mülke sahip olmaya bakmalıyız, diyorum.

16 yıl önce
Emlak"çilik “ruh”u mu, “melik”lik cesareti mi?
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet