|
"Pornografik" algı/sızlık çağı: Hayat "biz"de; ama biz hayatta değiliz

Zamanın parçalanması ve kontrol edilerek çoğaltılabilir hâle gelmesi, elektronik devrim olarak da adlandırdığımız ikinci sanayi devrimi"nin bir sonucu.

Müzikolog Murray Schafer, elektronik devrim"den sonra ses"in elektronik / yapay olarak üretilebilir ve kontrol edilebilir hâle gelmesi ile sömürgecilik (ve sömürgeciliği doğuran zihin dünyasının temelleri) arasında birebir bir bağlantı kurar.

Schafer, "The Tuning of the World: Toward a Theory of Soudscape Design" başlıklı zihin açıcı kitabında bu sorunu kışkırtıcı bir dille tartışır ve ayrıca sesin elektronik olarak kontrol edilebilir ve üretilebilir olmasının insanları şizofrenik yaptığına dikkat çeker.

Sesin parçalandığı ve kontrol edilebilir olduğu bir dünya, insanları şizofrenik yapıyorsa, yani kişilik"lerini parçalıyor, târumâr ediyorsa; görüntünün ve fizik gerçekliğin parçalandığı ve kontrol edilerek yeniden üretilebildiği bir dünya, insana ne yapıyordur ve nereye sürüklüyordur insanı acaba?

Teknolojik-ben"lere dönüşen medyaların, (her tür medyanın / teknolojik aracın) zihinlerimizin efendileri konumuna yerleşmesine, elbette ki…

İdrak kapılarımızın kapanmasına yani: Ve zihnimizi, ruhumuzu ve hayatımızı bitirmesine…

Sözün özü: İnsanlığın, estetize ve ayartıcı yöntemlerle gerçekleştirilen varoluşsal bir yokoluş krizinin eşiğine sürüklenmesine, nihayetinde…

HANGİ/Sİ "DEVRİMCİ" BİR ÖNERİ?

Hasbelkader imal-i fikirle iştigal eden bir yazarın, kendisini / yazdıklarını / söylediklerini "anlatması" kadar zor ve tedirgin edici bir iş olmasa gerek!

Alaettin Şahin isimli bir okuyucu, "paralel ve sahih bir İslâmî eğitim tasavvuru" çağrısında bulunduğum Cuma günkü yazımla ilgili olarak, internet sayfasında, yazının altına şöyle bir yorum girmiş:

"Sayın Kaplan, sahip olduğunuz özgün dili ve birikimi, geleneksel eğitim kurumlarından mı elde ettiniz ki hep sözünüzü içini dolduramadığınız / doldurulamayan kavramlar etrafında boşa kürek çekip duruyorsunuz. Hem kendinize hem de okuyucularınıza yazık ediyorsunuz. Gerçek bir devrimci önerinizle ne zaman karşılaşacağız?"

Sayın Şahin, söylediklerimi ne kadar düzenli ve dikkatle takip ediyor bilmiyorum ama bu yaptığı yorum ve sorduğu sorudan söylediklerimi anlamakta zorlandığı izlenimi edindim. Özür dilerim ama bazı insanlar bazı şeyleri ya anlamıyorlar ya da anlamak istemiyorlar.

Şahin, galiba ikinci sınıfa girenlerden. Şahin"in, benden "devrimci" bir öneri olarak beklediği şey, çağın ağları ve bağları üzerinden "duymak istediği" (sözümona "aykırı") cümleler kurmam beklentisine girmesi, sanırım.

Öyle sanıyorum ki, bendeniz, tam da, sayın Şahin gibi insanların beklentilerini boşa çıkaracak bir yerde duruyorum: Başka bir çağa çağırıyorum: Çağrısı çağını kuracak bir çağa.

Sayın Şahin gibi okuyucular, söylediklerime bir bütün olarak ve dikkatle baktıklarında aradıkları / görmek istedikleri şeyi değil, "aramaları gereken şey"in ne olduğunu "görebilirler". İşte o zaman, bir şey bulabilirler.

Elbette ki, önyargılarından arınabilirlerse… Çağın ağlarıyla ve bağlarıyla örülü putlarının tasallutundan ve tahakkümünden zihinlerini kurtarabilirlerse… (Ne olursa olsun, okuyucuya karşı bu tür cümleleri kurmak istemem ama ne yazık ki, karşılaşılan durum, beni bu tür cümleleri kurmaya itti. Özür dilerim).

Oysa âcizane yapmaya çalıştığım şey, bütün önyargıları, yani çağın zihnimizi iğdiş eden, körleştiren putlarını / ağlarını yıkmaya çalışmak aynı zamanda: Çağın ağa dönüştüğünü, algılama biçimlerimizi körleştirdiğini, bizi bir çağ körleşmesinin eşiğine fırlattığını söylüyorum.

Bir semantik intiharla karşı karşıya olduğumuza ve bu çağ körleşmesi açmazını, Sünnet-i Seniyye"yi dinamik, varedici, hayatımıza hayat ve ruh bahşedici bir şekilde uyarlamakla, bir varış noktası, bir de kalkış noktası fikrine ulaşabilmekle aşabileceğimize dikkat çekiyorum.

Çağ körleşmesinden TEK çıkış yolunun, çağın ağlarını ve bağlarını aşmaktan, kendimize özgü bir biliş, oluş ve varoluş biçimi, kendimize özgü sahici ve özgün bir İslâmî düşünme ve varolma tarzı geliştirmekten geçtiğini söylüyorum. Çağı anlayamadığımız sürece çağın ağlarına ve bağlarına takılıp kalmaktan kurtulamayacağımızı hatırlatıyorum.

ÜMMîLEŞMEK: ÇAĞI TANIYARAK TANIMADIĞINI İLAN ETMEK

Bunun için, ümmîleşmemiz gerektiğini söylüyorum. Müslümanların ümmîleşemedikleri sürece Kur"ân"a ve Sünnet"e gidemeyeceklerini; gittiklerini zannettiklerinde de, çağın ağlarını aşamayacakları için yalnızca burayı / yani çağın ağlarını oraya taşıyacaklarını, böylelikle burayı / çağın ağlarını kendi elleriyle yeniden üretmekten, pekiştirmekten ve muhkemleştirmekten başka bir şey yapmış olamayacaklarını yani.

Çinlilerin de, "Maçinlilerin" de, Müslümanların da, Batılıların da çağ körleşmesinden tek çıkış yolu, çağın ağlarını aşabilmeleri, zihnî prangalarını kırabilmeleri.

Yani ümmîleşebilmeleri.

Yani çağı tanıyarak, çağı da, ağlarını da tanımadıklarını ilan edebilmeleri.

Başka bir yol açabilmeleri. Başka bir yola ve yolculuğa çıkabilmeleri. Çağrılarının çağını kurabilmesini sağlayabilecek -herkesi varedici- kanatlandırıcı bir yolculuğa yelken açabilmeleri...

Hasbelkader kurduğum bu -tür- cümlelerin, özür dileyerek söylemek zorundayım, yabana atılır cümleler olmadığını zannediyorum. Sadece bir iki yazıya değil, yazdıklarıma bir bütün olarak bakıldığında, bunun görülebileceğini düşünüyorum.

Burada, semantik intihar olarak adlandırdığım ürpertici çağ körleşmesi fenomenini "pornografik" algı/sızlık olarak tanımladığım bir olgu üzerinden bir kez daha ve başka bir açıdan- tartışmak istiyorum.

HAYATSIZ İNSANLAR, İNSANSIZ HAYATLAR

Bütün bir insanlık olarak yaşadığımız "şey", hayat değil. Hayat çoktan "bitti": Kendi hayat/lar/ımızı yaşamıyoruz artık: Bize hayat diye sunulan "şey"i yaşıyoruz.

Medyatik evren, medyatik hayatlarla aldatıyor, ayartıyor, hayatsızlığa mahkûm ediyor bizi: Plastisiteye ve ruhsuzluğa…

Sanal ve sahte hayatlara... Ayartı"nın, hayatı öldüren, hakikati hayattan sürgün eden câzibesine…

Hayatımız, iki anlamda sanal ve sahte: Öncelikle, hayatımıza her bakımdan çeki düzen veren medyatik bir evrende yaşadığımız için, medyalarla yaşadığımız için, medyalarda yaşadığımız için, hayatımız sanal, sahte ve mekanik: Bir ruhu yok hayatımızın.

İkinci olarak, hakikat, hayattan çekildiği için, sahte"si, gölgesi, taklidi, karikatürü çeki düzen veriyor hayatımıza: Böylelikle insan, hayattan sürgün yiyor ve hayatı kendinden sürgün ediyor.

Hayatsız insanlar ve insansız hayatlar hükmediyor hayatımıza.

İnsan, hakikati yitirdiği için, sahte, bütün ayartıcılığıyla bizi hayattan da, hakikatten de uzaklaştırıyor: Hayat, hakikatini ve ruhunu yitiriyor; simülatifleşiyor ve plastikleşiyor.

İnsan, sahtenin, ayartının, plastisitenin insanı ve hayatı şeyleştiren, anlamsızlaştıran ve değersizleştiren labirentlerinde yuvarlanıp duruyor.

Hayattan kaçmak demek olan bu kaçış / yokoluş hâlini, hayattan, hayatın gerçeklerinden ayartıcı sanal gerçeklere, hazlara kaçmayı "yaşamak" sanıyor insan. Ve aldanıyor!

Aldanıyor; çünkü gerçek hayatı, kendi hayatlarımızı değil, hayatsızlığı yaşıyoruz: Hayatı tadamıyoruz: Hayatın kokusunu alamıyor, ruhuna nüfuz edemiyoruz…

Değemiyoruz hayata: Bütün enlemleriyle ve boylamlarıyla, bütün yönleriyle ve katmanlarıyla soluyamıyoruz hayatı…

O yüzden yaşadığımız hayat, hayatımıza hayat ve anlam katamıyor: Ruh üfleyemiyor bize. Ruhumuzu, hayatın ruhunu yok ediyor aksine.

"MÜBAH"IN GÜNAHI: MÜBAHI YOK ETMESİ

Hayatın ve insanın ruhunu yitirmesi, idrak kapılarının kilitlenmesine ve algılama biçimlerini yitirmesine yol açıyor kaçınılmaz olarak.

Oysa hayatın ruhunu yitirmesi ve insanın algılama biçimlerinin iptal olması, insanın, semantik intihar ve çağ körleşmesi saldırısına maruz kalması sonucunu doğuruyor.

Çağ körleşmesi, bizim, bir şeyi "ne ise o" olarak algılama yetilerimizi yitirmemiz demek.

Meselâ İslâm"ı ya da Çin kültürünü "ne ise o" olarak idrak edebilme imkânlarımızı kaybetmemiz ve İslâm"ı da, Çin kültürünü de, yalnızca çağın zihnimizi esir ve teslim alan mevcut / seküler algılama ve anlamlandırma biçimleri tarafından algılama ve anlamlandırmaktan başka bir şey yapamamamız demek.

Yani İslâm"ı da, Çin kültürünü de yalnızca Batılı algılama biçimleriyle anlamamız ve sonuçta anlayamamamız demek. Çağ sürgünü yememiz yani. Çağın ağlarına ve bağlarına, kavramlarına ve bağlamlarına hapsolmamız.

İnsanlığın başına bundan daha büyük bir felâket gelmedi. Düşünsenize… Bir yandan insanlığın bütün birikimlerine ulaşabilecek durumdayız ama hiçbir kültürü, dini, düşünce sistemini veya düşünme biçimini neyse o olarak algılayabilecek durumda değiliz.

"Pornografik" algı/sızlık olarak tanımladığın fenomen tam da bu işte.

Evet, hayat öldü artık: İdrak biçimlerimizi yitirerek hakikati idrak edebilme, duyabilme ve yaşayabilme istidatlarımızı kaybettiğimiz için öldü hayat.

O yüzden, ortalık, palyaço ve ayartıcı kaynıyor! Bütün küre ölçeğinde, estetize yöntemlerle idrak biçimlerimizi yok eden medyatörler, yani siyasa"nın ve piyasa"nın "şovmen"leri fink atıyor her yerde.

Her şeyi mübahlaştıran ve böylelikle mübahı bile aslında tek geçer akçe hâline getirerek tüketen, bitiren ve hayatımızdan uzaklaştıran bencil, "cynical" / ikiyüzlü, imajperest, güçperest, şehvestperest, postmodern insan müsveddelerinden geçilmiyor hayat.

Bizi zoraki ayartarak "öldürmeye"; bize ölümü, hayatın varoluş şartı ve yegâne kaynağı ve anlamı "ölüm"ü unutturmaya çalışıyor bu tür tipler, türlü tuhaf şaklabanlıklarla medyatik hayatlarda ve "reklamlarda" türlü tuhaf triplere girerek…

"PORNOGRAFİ"NİN GÜNAHI: "EROS"U VE HAKİKATİ BİTİRMESİ

Hayatı, bize sürgit patinaj yaptıran televizyon ekranlarında, stadyumlarda, müzikhollerde yitiriyoruz ve bitiriyoruz: Öldüren câzibe, hayatı, ekranlarda, reklamlarda, stadyumlarda, müzikhollerde öldürüyor her ân; bizse "yaşamak işte bu" diyerek hayatı öldürmekle övünüyoruz durmadan!

Öldüren câzibe, ölümü öldürdüğü için hayatı da öldürüyor: "Pornografik" algı biçimi işte böyle bir şey.

Oysa görüldüğü gibi, "pornografik" algı biçimi, bir idraksizlik hâl-i pür melâli: Bütün idrak kapılarımızı kapatan bir idraksizlik, evsizleşme ve yersizlik-yurtsuzluk "sefalet"i.

Sonuç: Pornografik algı biçimi, bütün algı biçimlerini iptal ve imha ediyor. Ve yerine ayartıcı yöntemlerle algısızlık ve duyarsızlık biçimleri ihdas ediyor. Ve insanı hakikatten de, hayattan da mahrum ediyor.

"Pornografi"nin günahı, aslında "eros"u bitirmesi…

İnsanın bütün saflığıyla hissetme, duyma ve yaşama melekelerini iptal etmesi…

Ethos"un menbaı, muhabbetin dölyatağı ve hikmetin kaynağı hakikati ve hayatı yok etmesi…

Ve hayatı / meydanı, bizi ayartarak günlerini gün eden, güçlerine güç katan, bizi hayatın zorlu gerçeklerine karşı duyarsızlaştıran ve uyu/ş/turan zorbalara, paganlara, barbarlara terketmesi…

KÜLTÜRÜN GÜNAHI: ŞİİRİ VE HAYATI BİTİRMESİ

Soru şu o hâlde: Hayat neden bitti? Kültürleştiği için bitti hayat. Kültür, hayatın yerine geçti ve hayatı hakikatinden etti, insanı yapay, plastik, medyatik ama ayartıcı, hız ve haz verici sahte hayatlara mahkûm etti.

Kültür, hayatın üzerini örten bir "şey" çünkü: Hakikatin üzerine sünger çeken ürpertici bir şeyleşme, bir nesneleşme, bir tükeniş, yok ediş ve yok oluş hâli.

Hayatın kültürleşmesi, zaman fikrinin yok edilmesinin bir sonucu: Modernlik, zamanı parçalamıştı; postmodernlikse, zamanı yok etti; insanı ve hayatı zamansızlığa mahkûm etti.

Böylelikle zamanın önce parçalanması, sonra da medyaların zihinlerimizin efendileri konumuna yerleşmesi, hayatı yok etti, sanallıkların ve sahteliklerin öldüren câzibesine kurban etti.

Hayatın kültürleşmesi, hayatı, hayatın ruhunu ve hakikatini çekip aldı hayattan. Hakikat, hayattan çekildi, kültürün ürettiği yapay, sanal ve sahte hayatlar, ayartıcı ve banal hayatlar, hayat diye hakikatin yerine yerleşti.

HAYAT İRFAN/DA/DIR, KÜLTÜR/DE DEĞİL

Başka bir deyişle, kültür, şiiri yok ettiği için hayat bitti. Şiir hayattan çekilince, hayat da çekti gitti hayattan: Hakikat şuuru"nun meyveye durması demek olan hayatın şiiriyetini -yani saf hakikatini- yok etti kültür. Hakikat şiarı gidince, hayat şuuru da bitti.

Hayat, irfan/da/dır; kültür/de değil. Hayat, irfanın her şeye ruh üfleyen hakikatinde gizlidir, kültürün sanal ve sahte "hayat"larında değil: Kültür, hayatın idam edilmesi, yerine sahte hakikatlerin, sanal hayatların ihdas edilmesidir çünkü.

İrfan ise, hayatın bihakkın hissedilmesi, yaşanması, solunması, tefekkür ve tezekkür edilerek idrak edilmesidir: Ve zamanla idrakin terkedilmesi, idrakin üstüne çıkılması, deyim yerindeyse, mülkî / süflî âlemdeki idrakin aşılması, melekûtî / ulvî idrak mertebesine, yani idraki idrak mertebesine ulaşılması.

Böylelikle insanın idrak kapılarının, duyma kapılarının bütün insanlara ve bütün dünyalara sonuna kadar açılması...

İDRAKİ İDRAK

Bu, bildiğimiz anlamdaki idrakin terkedilmesidir: Henüz bilemediğimiz ama hissettiğimiz ulvî âlemdeki idrakötesi "idrak"in keşfedilmesi.

Ama bu, idraksizlik hâli değil, aksine, idrak melekelerinin melekûtî âlemle irtibata geçmesi, çoğalması, derinleşmesi, görünemeyen alanlara erişmesi, insanın hayatı şiir gibi duyarak ve derinlemesine soluyarak yaşayabilmesidir.

Sözün özü: İdrakin en yüksek mertebesidir idraki idrak hâli.

Oysa kültürün girdiği yerden hayat çekilip gider. Çünkü kültür, hayatı sahteliklere, yapaylıklara, ayartılara mahkûm eder: Hayat, dolayısıyla hayatın pınarı irfan, sahteliklerin ve yapaylıkların, öldüren câzibelerin ve ayartıların bulunduğu yerde duramaz.

TOPRAK GİBİDİR HAYATIN HAKİKAT ŞİİRİ…

Hayat, toprak gibidir. İrfan, toprakta hayat bulur. İnsanı hakikatin meyvesine toprak durdurur: Toprak tohumu kabul eder: İrfan tomurcukları yeşertir toprakta ve toprakla hayat.

İrfan, tıpkı toprak gibi, meyve veren bütün tohumları bağrına basar ve hayatı sular, hakikati özene bezene besler büyütür ve insanın açlığını giderir: Her dem taze, her dem diri bir ruh ve mânâ katar insana ve hayatına…

İşte şiir budur: Tohumu meyveye durduran toprakta yeşeren hayatın şiiri ve hakikati.

İnsanı yeniden hayata döndürecek, hayatın hakikatini ve hakikatin hayatını yaşatacak yegâne kaynak, Sünnet-i Seniyye"dir: Sünnet-i Seniyye, pergel metaforunda enfes bir şekilde özetlenen hâl hâlidir: İrfan"dır yani. Bir ayağını hakikate sabitleyip, diğer ayağını hayata açman yani...

İşte o zaman, hayatın bir toprak gibi nasıl meyveye duracağını, doğurganlaşacağını göreceksin…

Şiire koşacağını… Ve şiirle coşacağını…

ŞİİRİN BİTMEMESİ, İMAJ"IN HÜKMÜNÜ İCRA ETMEMESİ İÇİN…

Hakikat şuurunun Hak şiarlarını hayata ve harekete geçirdiği, insanı kendine, evine, kalbine ulaştırdığı hakikatin hayatlaşan, hayatın hakikatle buluşan şiirle dansına işte o zaman kavuştuğunu idrak edeceksin…

Sünnet-i Seniyye"den uzaklaşan bir hayat, hakikatten de uzaktır ve uzaklaştırır insanı: Sahteliklere ve sanallıklara, idrak kapılarımızı kapatan "pornografik" algı/sızlık biçimlerine hapseder…

Şiir biter, imaj hükmünü icra eder. Hayat da, insan da, hakikat de imajların ayartıcı sahteliklerine kurban gider.

O yüzden, hayat, bizde; ama biz hayatta değiliz, diyorum. Yeniden hayata dönebilmemiz için, Sünnet-i Seniyye"de -rahmet olarak dile gelen ve bize armağan edilen- hakikate, hakikatin hayat olduğu şiiriyete dönebilmemiz şart.

Kalbiniz açın bakın: Hakikatin hayatının da, hayatın hakikatinin de orada gizli olduğunu göreceksiniz.

Şiiri duyacak ve yaşayacaksınız bütün duyargalarınızla… Hayatın hakikat olduğu, hakikatin hayat bulduğu, hayat olduğu, herkese ve her şeye hayat sunduğu Sünnet-i Seniyye"nin hikmet yüklü hayat bahşeden ve hayata ruh üfleyen şiirini…

Sözün özü: Çağın ağlarının ürünü "pornografik" algı/sızlık biçimlerinin çocuğu zihnimizi iğdiş eden putları, hayatımızı ruhsuzlaştıran prangaları kırabilmenin ümmîleşerek yani çağı tanıyarak tanımadığımızı ilan etmekten başka yolu yok…

٪d سنوات قبل
"Pornografik" algı/sızlık çağı: Hayat "biz"de; ama biz hayatta değiliz
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık