|
Özgürlükten kaçış

Medya, küreselleşmenin kazandığı hız ve ivmeyle birlikte toplumun daha fazla özgürlük ve demokrasi taleplerini bastırmakta baştan çıkarıcı bir işlev üstleniyor.

Dikkatinizi çekiyor mu, bilmiyorum: Türkiye -veya ülkeye vaziyet eden elitler- belli bir süreden bu yana sürgit özgürlük''ten kaçma ihtiyacı hissediyor. Medya bu süreçte, varoluş nedeninin aksine, toplumun özgürlüğünü sınırlayan ve kısıtlayan bir dil kullanıyor; tastamam bir psikolojik savaş veya yalan üretme makinası olarak işlev görüyor. Hal böyleyken, bu absürt ve anormal durumun çeşitli teorik ve pratik nedenleri üzerinde kafa yoran bir Allah''ın kulu çıkmıyor nedense!

Medyanın yalanı, yalanın medyası

Bir film şeridi gibi ve tele-film şeritleri üzerinde cereyan şu olayları birer birer gözünüzün önünden geçirin yeniden:

Kesintisiz eğitimi, eğitimi çağdaşlaştırmak olarak yutturabilmek için tam bir psikolojik savaş yürüttü medya, ilgili ve y/etkili iç ve dış odaklardan aldığı işarete/talimata uyarak.

Dün kız çocuklarını okutmayan aileleri / kesimleri yobaz, gerici olmakla suçlamışlardı; bugün başlarını örterek üniversiteleri doldurmaya başlayan kız öğrencilerin okullara alınmaması politikasını yürekten destekleyecek senaryolar ve görüntüler icat etmeyi kendisine vazife bildi gladyatörlere dönüşen medyatörler. Feministler bile, bu ilkel cinsiyet ayırımcılığı senaryolarına, görüntülerine ve politikalarına ses çıkarmamayı yeğlediler!

Ülkede siyaseti tüketen ve işlevsizleştiren; ekonomiyi krizin eşiğine getiren absürt uygulamalara çanak tutan; toplumda hayali, yapay kavgalar ve düşmanlar icat eden, en temel insan haklarının ve özgürlüklerinin bile ayaklar altına alınmasını öngören 28 Şubat projesini Türkiye''yi demokratikleştiren bir proje olarak lanse etti Türk medyatörleri!

Amerika''daki MacCarthy''cilere bile taş çıkartacak bir "toplumsal temizlik" operasyonuna ve sürek avına çanak tuttu ve bu süreçte tek bir insanın burnunu bile kanatmadığı halde "birinci tehdit" olarak ilan edilen binlerce insanın hayatını söndürmekte bir sakınca bile görmedi gladyatörlere dönüşen Türk medyatörleri!

Ne idüğü belirsiz bir vahşet olayını sözümona ortaya çıkaran "Hizbullah operasyonu"nu, "irtica operasyonu"na kanıt ve dayanak olarak lanse etti!

Ve son olarak tam bir yılan ve yalan hikayesine dönüşen Apo yalanı... Dün "eli kanlı, bebek katili" olarak takdim edilen Apo''nun kana ve intikama son veren bir kahramana dönüştürülmeye çalışıldığı bir süreç yaşıyoruz şu an!

Tüm bu yalanların üretilmesinde ve yaygınlaştırılmasında medya/törler kilit rol oynadı. Medya, nasıl oldu da, iç ve dış güç odaklarının çıkarlarının korunmasına ve pekişmesine aracılık eden bir psikolojik savaş/yalan üretme makinasına dönüştü?

Yalan''ı yaygınlaştıran süreç

Soğuk Savaş''ın sona ermesiyle birlikte, Türkiye''de de pek çok şey birdenbire anormal bir şekilde değişmeye ve ülkemizde "taşlar" yerinden oyna/tıl/maya başla/n/dı. Zaman ve mekan kavramlarıyla ilişkimizi silbaştan gözden geçirmemizi icbar eden iletişim araçlarının ve teknolojilerinin tüm dünyayı başdöndürücü bir küreselleşmenin eşiğine sürükleyivermesi; hemen her alana nüfuz eden küreselleşmenin, Amerikan hegemonyasını sanal görünümlerle de olsa tüm dünya ölçeğinde yaygınlaştırması; ve nihayet, Amerika''nın özellikle Balkanlar, Kafkaslar/Orta Asya ve Orta Doğu üçgenine fiilen çeki düzen vermeye başlaması, hep bu oldukça kısa zaman aralığında gerçekleşti.

Türkiye''de 28 Şubat süreciyle birlikte doruk noktasına çıkan köklü ve çok yönlü bunalım ve anormalleşme sürecinin şekillenmesinde işte bu başdöndürücü küreselleşme fenomeninin ve bu fenomenin aygıtları, kavramları ve kurumlarıyla bölgeye yerleşen Amerika''nın -ve ABD''nin çıkarlarıyla örtüşen projelere sahip olan İsrail gibi aktörlerin- bizim sandığımızdan daha etkili olduklarını bugün olmasa bile yarın daha net bir şekilde görebileceğimizden kuşku duymuyorum. Ama yarın, gerçekten geç olabilir diye de korkuyorum.

Amerikan hegemonyasının dünya ölçeğinde bu denli yaygınlaşmasında da, Türkiye''deki dengelerin ve dinamiklerin bir anda anormalleşmesinde de küreselleşmenin başat aracı olan medyanın, tam bir kontrol ve manipülasyon, yani psikolojik savaş veya yalan üretme makinası olarak kullanılması belirleyici rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor.

Meşruiyetini toplumsal ve kültürel dinamiklerden ve deneyimlerden almadığı için hegemonya, otorite ve meşruiyet krizi yaşayan siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarının hükümferma olduğu, mecrasını yitirmiş Türkiye gibi ülkelerde, medyanın psikolojik savaş veya yalan üretme makinası olarak kullanılması, son derece ilkel ve tehlikeli şekillerde tezahür ediyor. Bu durum, elitlerle toplumu, ürkütücü bir çatışmanın eşiğine getiriyor. Dolayısıyla elitlerin medyayı bir sopa ve tahakküm aracı olarak kullanmalarına zemin hazırlıyor. Sovyetlerin resmi yayın organı Pravda''nın bile "hayattan çekildiği" bir zaman diliminde Türkiye gibi ülkelerde tüm medya aygıtları birer Pravda''ya dönüşüyor. İletişim araçlarında kimi köşeleri işgal eden adamlar, tam da gazetecilik yapılacak bir ortamda, gazeteciliğin en temel kurallarını, mesleki ve ahlaki ilkelerini bütünüyle ayaklar altına alarak komitacılık ve provokatörlük yapmayı tercih ediyorlar!

Anlaşılan, böylesi daha heyecanlı ve karlı oluyor galiba: Entrika üstüne entrika üretmek; sahte söylemler, mitler, kahramanlar ve düşmanlar icat etmek; sahte/kârlık ve yalan üzerine bina ettikleri konumlarını, egolarını, çıkarlarını ve güçlerini daha bir pekiştiriyor gladyatörlere dönüşen medyatörlerin!

Sözün özü, medya, küreselleşmenin kazandığı hız ve ivmeyle birlikte toplumun daha fazla özgürlük ve demokrasi taleplerini bastırmakta baştan çıkarıcı bir işlev üstleniyor. Özgürleşme ve demokrasi talepleri, toplumun, kendi kaderine kendi iradesiyle ve dinamikleriyle çeki düzen vermesi demek olduğu için bu durum, toplumu baştan aşağı dizayn ve adam etmeyi kendilerinin birincil vazifesi olarak gören bir avuç etkili güç ve çıkar odağının toplumun özgürleşme taleplerine sırt çevirmelerine yol açıyor.

Oysa asla atlanmaması gereken bir gerçek var: Tarih yapmış bir toplumun, kendi olma, kendi kaderini tayin etme özgürlüğünden sonsuza dek kaçırılabilmesi, insanlık tarihinde görülmüş bir şey midir!

24 yıl önce
Özgürlükten kaçış
Musul ve Kerkük için “kapalı kapılar ardında” ne konuşulmuştu?
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..