|

Cumhuriyet'in kuruluş döneminde Kürtler

Mustafa Kemal'in Kürtlere özerklik sözü verip vermediği, Ermeni tehciri için "fazahat" (utanç verici işler, alçaklık) deyip demediği, dinle ilgili olumsuz görüşlerinin sansür edilip edilmediği tartışmaları, tarihimizin gizli kalmış ya da yanlış aktarılmış bölümlerinin gerçekte ne olduklarını anlamak için iyi bir fırsat.

Ayşe Hür
00:00 - 26/11/2006 Pazar
Güncelleme: 23:06 - 25/11/2006 Cumartesi
Yeni Şafak
Cumhuriyet'in kuruluş döneminde Kürtler
Cumhuriyet'in kuruluş döneminde Kürtler

Son günlerde Mustafa Kemal'in Kürtlere özerklik sözü verip vermediği, 1915-16 Ermeni tehciri için "fazahat" (utanç verici işler, alçaklık) deyip demediği, dinle ilgili bazı olumsuz görüşlerinin sansür edilip edilmediği konusunda ilginç tartışmalar yapılıyor. Bu tür tartışmalar, tarihimizin gizli kalmış ya da yanlış aktarılmış bölümlerinin gerçeğe yakın bir resmine ulaşmamız için iyi bir fırsat.

Örneğin Mustafa Kemal'in Kürt meselesindeki tavrı nasıldı? Mustafa Kemal'in İmparatorluktan geriye kalan küçük parçayı Rumlara, Ermenilere,Yunanlılara ve İtilaf devletlerine kaptırmamak için mümkün olan her türlü ittifakı kurduğunu görebiliriz. İttifak kurulanlar arasında İstanbul hükümetleri, dindar çevreler, Bolşevikler, hatta eşkıya ve suçlulardan oluşan milisler de vardı. Türk-Kürt ittifakının ise esas olarak bir zamanlar Kürtlerle aynı coğrafyayı paylaşan Ermenilerin geri gelmesini önlemek için yapıldığı anlaşılıyor ama elbette Türkler açısından Kürtlerin bağımsızlık taleplerini erteleme, Kürtler açısından da bağımsızlık mücadelesi için zaman kazanma anlamı taşıdığı tahmin edilebilir.

DENGE SİYASETİ

Milli Mücadele'de önemli bir dönemeci oluşturan Erzurum Kongresi bu denge oyununun ilk etaplarından biri oldu. Kongrenin önderlerinden Erzurum Albayrak gazetesinin sahibi ve başyazarı Kürt asıllı Süleyman Necati (Güneri) Bey'e bakılırsa Kürtler Erzurum Kongresi'nin tüm hedeflerine yürekten katıldıklarını söylerken (Hatıra Defteri, s. 59), kongrenin bir diğer önemli şahsiyeti Türk asıllı Cevat Dursunoğlu'na göre Kürtler İtilaf devletlerinin kendilerine yardımcı olacağını söyleyerek kongreyi desteklememişlerdi. (Milli Mücadelede Erzurum, s.19) Bu iki yazarın yorum farklarını, birinin Kürt diğerinin Türk asıllı olmasıyla ya da Süleyman Necati'nin olayları günü gününe yazmasına karşılık Cevat Dursunoğlu'nun, kitabını Kürt düşmanlığının zirveye ulaştığı 1946'da kaleme almasıyla açıklamak mümkün, ancak her ikisi de haklı olabilir, çünkü Mustafa Kemal, Nutuk'ta "İngiliz koruyuculuğu altında bir bağımsız Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler Türklerle birleşti" der. (TDK Yayınları, 1965, s. 15)

Bu birleşmenin ödülü olarak Erzurum Kongresi'nin sonuç bildirgesinin 8. maddesinde "milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu devirde, merkezi hükümetimiz de milletin iradesine tabi olmak zorundadır" denilerek Kürtlerin ileride bağımsızlık dahil her türlü seçeneğe sahip olduğu ima edilecek, konunun kurulacak yeni mecliste görüşülerek karara bağlanması vaad edildi. Ancak Türk tarafı Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını TBMM'de tartışmaya açmazken, Batılı devletlerin verdiği umut ve teşvikle hareket eden Kürt Teali Cemiyeti, Mayıs 1920'de Cemil Çeto aşiretinin, 1920 yazında Milli Aşiretinin isyanlarını destekledi. Kürt temsilcisi Şerif Paşa 10 Ağustos 1920'de imzalan meşum Sevr Anlaşma masasına oturdu. Ardından Mart-Haziran 1921'de Koçgiri Aşireti isyan etti. Kısacası her iki taraf da bildiğini okuyordu.

KÜRTLERE İMTİYAZ

Bu zoraki Türk-Kürt ittifakının bir diğer emaresini Amasya Protokolleri (Buluşması, Mülakatı) diye bilinen siyasi metinde görüyoruz. Bilindiği üzere, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi'nden hemen sonra İstanbul hükümetinin temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa ve padişahın başyaveri Naci (Eldeniz) Paşa ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adına Mustafa Kemal, Rauf (Orbay) ve Bekir Sami (Kunduh) paşalar ülke meselelerini konuşmak için Amasya'da buluşarak, üçü kayıt ve imza altına alınmış, ikisi gizli sayıldığı için kayıt altına alınmamış beş protokol hazırlamışlardı. (Nutuk, TDK Yayınları, 1965, s.176-181) Bunlardan 22 Ekim 1919 tarihli İkinci Protokolde günümüz Türkçesi ile "Beyannamenin [Sivas Kongresi bildirisi] birinci maddesinde Osmanlı Devleti'nin düşünülen ve kabul edilen sınırının Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı toplumundan ayrılmasının imkansızlığı izah edildikten sonra bu sınırın en asgari bir talep olarak kabul edilmesinin temini lüzumu müştereken kabul edildi. Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal haklar bakımından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder gibi görünerek yapılmakta olunan karıştırıcılığın önüne geçmek için bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi hususu uygun görüldü..." deniyordu. Ancak paragrafta koyu renkle gösterdiğimiz cümleler, 1927 tarihli Nutuk'tan başlayarak hiçbir önemli eserde yer almadı. Bizzat Mustafa Kemal tarafından yapılan bu sansürü gün ışığına çıkaran tarihçi Faik Reşit Unat Başbakanlık Arsivi'ndeki belgenin aslını 1961 yılında Tarih Vesikaları Dergisi'nde (S.18, s. 359-365) yayınladı ama yine üzerinde durulmadı.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kürt meselesine yaklaşımlarına dair bir başka ipucu, 22 Temmuz 1922 tarihli TBMM gizli celselerinde alınan karar. (TBMM Gizli Celse tutanakları Cilt 3 s.550-551 b.a.) O sırada bağımsız bir Kürdistan kurmak üzere İngilizlere karşı isyan etmiş olan Mahmut Berzenci'yi kontrol altına almak isteyen TBMM, El Cezire Komutanlığı'na (Bu günkü Kuzey Irak) yazdığı yazının birinci maddesinde (günümüz Türkçesi ile) "....Kürtlerin oturdukları bölgelerde hem iç hem dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz" derken, ikinci maddede "ulusların kendi kaderini tayin hakkının" tüm dünyada olduğu gibi TBMM tarafından da kabul edildiğinden bahsediliyordu. Bunlar Kürtleri umutlandıran sözler, ancak sadece siyasi konjonktür yüzünden kullanıldığı anlaşılıyor.

1922'DEN 1923'E DEĞİŞEN SÖYLEM

Nitekim Mustafa Kemal, Lozan görüşmeleri sırasında Kürtleri karşı safha itmemek için bir adım daha atıyor ve 16-17 Ocak 1923'de, İzmit Kasrı'na davet ettiği Ahmet Emin (Yalman) Velit Ebuzziya, Suphi Nuri (İleri), İsmail Müştak (Mayakon), Falih Rıfkı (Atay), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Kılıçzade İsmail Hakkı, Dr. Adnan (Adıvar) ve Halide Edip'e (Adıvar) şöyle diyor: "....Bu nedenle başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özellikler oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur. Ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz. Kürt meselesi, bizim yani Türklerin menfaatine olarak da katiyen mevzubahis olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi, bizim milli hudutlarımız dahilinde Kürt unsurlar öyle yayılmışlardır ki, pek sınırlı yerlerde yoğundurlar. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurların içine gire gire öyle bir hudut ortaya çıkmıştır ki, Kürtlük namına bir hudut çizmek istesek Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek gerekir." Bu ifadelerin de bir öncekiler gibi hem vaad hem de gözdağı içerdiği açık.

İlginç olan yan ise şu: Toplantının tam metni, Siirt milletvekili Mahmut Soydan tarafından,

26 Kasım 1929-7 Şubat 1930 arasında Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan 75 bölümlük "Gazi

ve İnkılap" dizisinde yer aldığı halde, daha sonraki yıllarda tam anlamıyla unutturuluyor.

Tam metnin ikinci kez gün ışığına çıkması ise ancak 1993 yılında Kaynak Yayınları tarafından yayınlanan Mustafa Kemal Atatürk, Eskişehir-İzmit Konuşmaları,1923 adlı kitapla oluyor.

24 Temmuz 1923'te Lozan Anlaşması'nın imzalanmasıyla siyasi mücadele önemi bir dönemeci alınca, Mustafa Kemal eski ittifakları birer birer terk edecektir. Önce Erzurum Kongresi'nde ve Amasya Protokolü'nde Kürtlere verilen taahhütler unutulur. Ardından 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde "Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur" denilerek Kürtlerle köprüler atılır. Lozan'la birlikte uluslararası baskı kalmadığı için Ermeni Tehciri'nin "fazahat" olduğu unutulur. Aynı dönemde, dindar çevreler, komünistler, eski İttihatçıların bir bölümü ve çeteler de tasfiye edilir. Hilafet kaldırılır. Bu kopuşun ilk ciddi sonucu 1925 Şeyh Said isyanı olur, ardından rejimin otoriterleşmesi şiddetlenir.

Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlara bakılınca, keşke Mustafa Kemal Milli Mücadele'ye omuz veren Kürtlere ve diğer toplumsal kesimlere verdiği sözleri tutsaydı, keşke "Ermeni fazahatı"nın hesabını sorsaydı, keşke dine farklı yaklaşsaydı dememek elde değil, ancak İttihatçı öncülleri gibi, "Batı tarzında, modern, laik, saf bir Türk devleti" kurmak üzere yola çıktığı belli olan Mustafa Kemal'in Milli Mücadele sırasında verdiği sözleri tutmamasına da şaşmamak gerek....

* Yazar



  • NOT: Yorum sayfasında yayınlanmasını istediğiniz yazı ve yorumlarınızı
    adresine gönderebilirsiniz.

  • 17 yıl önce