|

Müttefiklerimizle savaşıyoruz!

Anadolu irfanı, ehli sünnet kimliğimiz, Türkiye’yi kuran gazi geleneğimiz bizim ne doğu ne batı olmadığımızı yeterince açıklar; biz zaten doğu ve batı dışı bir dünyayı kurduğumuz için Türkiye’yiz!

Yeni Şafak ve
04:00 - 2/01/2017 Pazartesi
Güncelleme: 22:40 - 1/01/2017 Pazar
Yeni Şafak
Ercan Yıldırım


Müttefiklerimizle savaşımız ironik mi, hayır... Gerçek mi, kalu beladan bu yana hakikat!



Dünya sistemi II. Cihan Harbi'nden sonra İngilizlerin sahne arkasına çekilip ABD'nin merkeze geçtiği fakat Anglo – Sakson karakterini hiçbir zaman terketmeyerek yeniden dizayn edildi. Dünyaya uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla nizam veriliyordu; BM'ye, NATO'ya girmek için epey çaba sarfettik.



Sistem 1970'li yıllarda konsept değiştirerek neoliberalizmle bu sefer sevk ve idare görevini şirketlere verdi. Neoliberalizm kapitalizmden, merkezden pay alamayan çevre ülkeleri sisteme dahil ediyor havasını yaratmayı başardı fakat zenginlerin, şirketlerin küresel dünyada varlıklarını garanti altına almak için Theatcher ve Reagan'dan başlayarak siyasi darbeler yaptı, anayasal, hukuki güvenceler getirdi.



Soğuk Savaş'ın bitmesiyle beraber dünyayı bu sefer teröristlerin eliyle idare etmeye karar verdi; kapitalist dünya sistemi, sürekli krizlerden, çatışmaların sürekliliğinden, demokrasi ve laiklikten hiçbir zaman ödün vermedi. 11 Eylül ile birlikte artık bizim üç yüz yıldır iliklerimize kadar hissettiğimiz beka meselesi çok daha ciddi boyutlara geldi; Osmanlı hinterlandındaki güney sınırlarımızda kurulması planlanan bir Kürt devleti kaygıyı ileri boyutlara taşıdı. Artık Arap Baharı'nın, dünyada İslam'ın, hususen Türkiye'nin kapitalist dünya sistemine “potansiyel” tehdit olmasını ortadan kaldıracak, İsrail'in güvenliğini sağlayacak esaslı bir proje niteliği son aşamaya geldi.



Suriye İttifakı


Türkiye'nin Atlantik blokundaki “müttefikleri” PKK'nın inşa edeceği bir Kürt devleti için ellerinden geleni eksik etmiyor! En son YPG'ye yapılan silah yardımları Suriye meselesinin belli bir yola girmesine rağmen asıl savaşın Türkiye için başlayacağını da ortaya koyuyor. Bu bakımdan simülasyonda PKK-IŞİD ile savaşıyor görünsek de Atlantik Paktı'ndaki müttefiklerimizin bizi evvelce belirledikleri tehdit ve düşman kategorisinden daha öteye taşıdıkları anlaşılıyor.



Türkiye'nin kuruluşu biraz da komünist blok ve Rusya ile Atlantik arasında tampon, ileri karakol vazifesine bağlanmıştı. “Türkiye'nin vazgeçilmez bir müttefik olduğu” da yine Rusya tehdidini merkeze almaya bağlandı. Halbuki Rojava ile denenip kurulması kesinleştirilen Kürt devleti, Suriye meselesi Türkiye'yi daha bir ay önce Şiilik üzerinden karşı karşıya getirildiğimiz Rusya-İran blokunun içine attı. Kürt devletini kuracak güçler, Avrupa diasporasındaki PKK ileri gelenleri yeni tampon devlet olma vazifesini üstlenmeye hazır oldukları garantisini verdiler. Bu konjonktürde artık İran'ın dediği gibi Şam düşerse Tahran, Ankara düşer noktasına, aynı kadere getirilip bırakıldık.



Arap Baharı başladığı dönemde neo-Osmanlıcı tezlerin tüm harareti sürerken Türkiye'nin Suriye'ye girmesi için pek çok tezvirat yapıldı... Saddam'ın Kuveyt'e girişi emsal gösterilerek Ankara'nın bombalanması için gerekçelerin hazırlandığı da dile getirildi. Bugün Suriye'deyiz... Fakat şartlar o kadar bambaşka ki!



Dün neo Osmanlıcı tezlerle Halep çarşısında kahve içme hayalleri güdülürken bugün üç yüz yıllık beka meselesinin hakikate inmesini engellemek istiyoruz. Türkiye'de belki de gerçekten üzerinde ittifak edilen, laik, seküler, Kemalistlerin bile desteğini alan yegane karar Suriye'deki varlığımız.



Uzun bir süre müttefiklerimizin, dünya sisteminin planlarını anlayamamaktan kaynaklanan rehavet, gerçeğin icbar ettirici gücüne teslim oldu!



MİLLİ KİMLİĞİMİZE DÖNÜŞ


Bugün Türkiye'ye dışarıdan bakan birisi, bir kaç yıl içinde sosyolojiden siyasete çok hızlı değişim ve dönüşümlerin yaşandığını görebilir. Çözüm süreci ve Habur görüntülerinden, yepyeni bir siyasal dile evrildik; eni konu yeni bir “milli kimlik inşası” sürecindeyiz. Bu kimlik inşasını ne Osmanlı'da olduğu gibi batıda eğitim gören yeni aydınlar, ne İttihatçılar ne Osmanlı devlet aklı yürütüyor. Kemalistlerin dikte ettirici kimlik inşası da bu süreçte söz konusu değil.



Şartlar, millet hayatı, beka meselesi gerçekliği kurguluyor, hatta kurgulamanın ötesinde kervanı yolda hazırlamaya çalışıyor. Bize uzun neoliberal dönemde devlet varlığının küreselleşen dünyada baskıcı kimlikten sıyrılması üzerine uzun tiradlar atıldı. Ehli sünnet, Türk kimliği, devlet varlığı, millet hayatı arasında keskin ayrımlara gidildi.



Bernard Lewis'in dediği “Türkler milli kimliklerini İslam'a gömdüler” ibaresi bu süreçte gözlerden kaçırıldı. Fakat dünyada etkili güçlerin hiçbiri dini, mezhebi, ideolojisi ve milli kimliğini birbirinden ayırmamıştır...



WASP ile tanımlanan Amerikalılar'ı, Tevrat'ı “taşınabilir vatan” gören İsrail'i, “güneş batmayan İmparatorluk” asaletini sürdüren İngilizleri milli kimliklerinden, mezheplerinden ayırmak mümkün değilse, komünist Sovyetler'i bile “Rusçuluk”larından ayırmak mümkün değildi, olmadı da zaten.



Stalin iktidara geldiğinde Troçkistlerin devrimi dünyaya yayma girişimlerine sert çıktı, “tek ülkede sosyalizm” diyerek kalkınmacı, ulusçu bir ülke inşa etmek için köylüleri kırdı, ülkeyi açlığa mahkum ederek tüm kaynakları sanayileşmeye verdi. Ne devleti kaldırdı ne enternasyonali marş olarak kabul etti... hatta Çarlık topraklarından ayrılmak isteyen etniklerin milliyetçi taleplerine izin vermedi, üniter yapıyı muhafaza etti... Ortodoks milli kimliğinden “din düşmanı komünistler” feragat etti mi, tabi ki hayır!



Aynı şekilde yine Stalin'i doğuran şartlar gibi Alman postalları altında ezilen Fransızlar da De Gaulle etrafında milli onurlarını ve kimliklerini yeniden inşa ettiler.



Kendilerine ülke ismi olarak “mavi kan”dan gelen Aryan'ı, İran'ı seçen Farisiler de milli kimliklerinden yani Şiilikten ve Pers İmparatorluğu ideallerinden vazgeçmediler.



Kemalizm tam da bizim milli kimliğimizden sapma olarak yerini aldı. Milli kimliğin tamamıyla İslam'a bağlı olması, bin yıllık devlet varlığının gaza ile kurulması hakikatini reddetmeye çalışan kısa Cumhuriyet tarihi Türkiye'nin varlığını sorgulanır hale getirdi. Halbuki Haçlı'yı kırma bizim milli kimliğimize içkindir.



'TOST OPERASYONU'NA MARUZ KALMAMAK


Türkiye bugün üç yüz yıllık uzun parantezi kapatabilecek, “tarihimizin en büyük fetret”ini ortadan kaldırabilecek bir milli kimliği yeniden inşa edebilme ihtimalinin önünde duruyor. Batının sürekli danışıklı olarak “hasta adam” Osmanlı'yı kendi içinde ittifaklardan ittifaklara sürükleyen tehditleri, realpolitiği bugün de etkisini gösteriyor.



Atlantik'teki müttefiklerimiz de şarktaki ittifaklarımız da Leibniz'in bir zamanlar teklif ettiği “tost operasyonu”nun bir devamı. Bu cendereden, dünya sisteminin doktrinlerini göz önüne alıp, şarkın ve garbın aynı olduğu gerçeğiyle hareket eden rasyonalizmle kurtulabiliriz.



Öyle ya üç yüzyıllık buhranımızın kaynağı doğu ve batı meselesinde kendimize yer bulamamamız olarak lanse edildi.



Anadolu irfanı, ehli sünnet kimliğimiz, Türkiye'yi kuran gazi geleneğimiz bizim ne doğu ne batı olmadığımızı yeterince açıklar; biz zaten doğu ve batı dışı bir dünyayı kurduğumuz için Türkiye'yiz!



#Anadolu irfanı
#Müttefikler
#Suriye
#Arap Baharı
#Ercan Yıldırım​​
7 yıl önce