|
Liberalizm ve Sol bağlamında: Eleştiri ve adalet dengesi

Mısır"da, Tunus"ta, Türkiye"de hatta İslam dünyasının hemen her yanında demokrasiye kast eden güçlere bakıldığında karışımıza kendine liberal diyen, solcu diyen, batılı değerlere bağlı diyen grupların, gruplar halinde çıktığını görürüz. Buna mukabil yıllarca demokrasiyle ilişkileri hep sorgulanmış olan İslamcıların bütün bu coğrafyada demokratikleşmenin asıl dinamiğini oluşturduğu da bir gerçek.

Bu durum aslında İslam dünyası için yıllarca telaffuz edilmiş olan "İslam ve demokrasi uyuşmazlığı" sorusunun, münhasıran bu dünya için İslam yerine sol, sosyalizm, liberalizm veya batıcılık, laiklik gibi kavramları koyarak tekrar sorulmasını gerektirebiliyor. Bütün bu grupların İslam dünyasında demokratik gelişmeler karşısında ortak bir tavır içine girebiliyor olması, bütün bu kavramların meşruiyeti konusunda ciddi sorular üretiyor.

Doğrusu birilerinin tavrını, tutumunu, sözlerini eleştirirken onları kendilerinden daha genel bir kategorinin içine koyarak, o kategoriye nisbet ederek eleştirmenin her zaman hakkaniyete veya adalete değen onu aşan bir tarafı olabiliyor. Ne de olsa "bir kavme olan öfkemizin o kavme karşı adaletsizliğe sevk etmemesi" konusunda bir uyarıya sahibiz. O yüzden şu ana kadar karşılaştığımız bütün solcular Kemalistlikte, ulusalcılıkta, darbecilikte, şiddeti yüceltmede benzer eğilimler sergileyerek solun köküne kibrit suyu dökmüş olsa bile bu yanlışlardan uzak gördüğüm azınlık sol istisnalara hürmeten genelleme yapmaktan kaçınmak gerektiğini düşündüm hep. Aynı şeyi liberalizm için de düşündüm hep.

Örneğin Türk solunu eleştirirken aklımın bir ucuna hep Ömer Laçiner veya Tanıl Bora takılır, mutlaka onların da mevcudiyetini gözeten bir çerçeve çizmeye çalışırım. Veya liberalleri eleştirirken Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan ve Bekir Berat Özipek gibi liberal düşünceyi ve onun üzerinden Türk siyasi düşüncesini derinlikli bir biçimde zenginleştirdiğini düşündüğüm isimlere haksızlık etmemeye dikkat ederim. Bu, bütün bu isimlerle hiç bir ihtilafımızın olmadığı anlamına gelmiyor tabi. Aksine, sol veya liberalizm üzerine kayda değer bir tartışmanın ancak bu isimlerle yapılabileceğini düşündüğüm anlamına geliyor.

Gerçi hem Bora hem Laçiner"in Gezi hadiselerinden sonra kapıldıkları, aklı baştan alan devrim heyecanının geçici olmasını umarım. Gezi üzerine yayınladıkları özel sayının "iki baskı yapacak kadar çok satmış olması"nın havasına kendilerini kaptırıp şimdiye kadar kendilerinden okuduğumuz tadına doyum olmayan, analizlerindeki derinliği, yaklaşımlarındaki sol duyarlılığı, daha geniş bir sol-cemaatçi yele vermelerini hiç istemem tabi. Birikim Dergisinin çok satmasını ben de hep istemişimdir. Okunmasını da, anlaşılmasını da, geniş çevrelerde tartışılmasını da. Bir kaç baskı yapmasını da hayal bile etmişliğim vardır, ama bu artışın Aydınlık veya Sözcü gazetelerinin trajını artıran aynı yelin gücüyle olmasında kendilerini düşündüren bir şeyin olmaması tek başına düşündürücü bir şey.

Bütün bunları aslında Atilla Yayla"nın "Liberalizme ve liberallere temelsiz eleştirilerin bumerang etkisi" başlıklı gayet yerinde uyarılarla dolu yazısı dolayısıyla söylüyorum. Türkiye"de veya İslam dünyasında kendine liberal diyenlerin liberalizmle ne kadar ilişkisinin olduğu, sır olmaktan uzak bir konu. Alakalarının olmadığını görmek biraz basiret gerektiriyor sadece.

Liberalizmin bir felsefe veya kültürel sermaye olarak belli mecralarda sahip olduğu bir itibar var ve bir çok kişinin liberalliğe intisabının sadece o kültürel sermayeye el koymasından başkası değil. Liberalizmi bir felsefe olarak tartışmak istediğinizde Türkiye"de kesinlikle Atilla Yayla"dan daha iyi bir muhatap bulamazsınız. Üstelik tartışmanın tadına vararak yaparsınız bunu, coşkun düşüncenin önünüze açtığı bütün patikalara heyecanla dalarak yaparsınız bunu.

Bu, kesin. Liberalizm eleştirilerinin adres şaşkınlığı konusundaki uyarılarında da yerden göğe kadar haklı. Ama insan yine de takılmadan edemiyor: Yayla tek başına liberalizmin imajını veya itibarını ne kadar kurtarabilir? Hürriyet Gazetesinin, bütün yazarlarıyla birlikte liberal sayıldığı bir ortamda, liberalizmi aslında onların değil de Yayla"nın, Özipek"in veya Erdoğan"ın temsil ettiğine nasıl inandıracağız?

Liberal sembolik sermaye Mısır"da da benzer saiklerle gasp ediliyor. Yayla"nın da isabetle kaydettiği gibi: "Mısır"daki darbeciler ve dünyadaki destekçileri seçimle gelen siyasî iktidara karşı zor kullanılmasının liberal hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla meşrulaştırılabileceğini düşünüyor. Bu yüzden dünyayı namevcut liberallerin de darbeyi desteklediğine inandırmaya çalışıyor. Bunu seküler, Batıcılaşmış kesimleri liberal olarak etiketlemek suretiyle yapıyor."

Böyle böyle, Mısır"daki darbeciler Batıdaki liberalleri tavlamış olduklarını düşünüyor ve işin ilginç tarafı, Batı"da liberalizme prim verenlerin de bu kadar basit, aptal ıslatan bir hileye tav olmaya bu kadar yatkın olmaları. Liberal addedilen dünyadan Mısır"daki askeri darbeye karşı doğru dürüst bir tepkinin gelmemesi, hepsinin Mısır"da kendini yalancılıkla liberal diye satan darbecilere basitçe aldanmış olmalarına mı bağlanmalı? Batılı liberaller darbenin darbe olduğunu göremeyecek kadar saf mı? Eğer öyleyse bu saflıktan nasıl bir siyaset çıkabilir? Yoksa aslında batılı liberaller için de liberalizm veya liberal demokrasi sadece Batı"da ve batılılar için midir?

Liberalizm, Yayla gibi temsilcileriyle ne kadar tutarlı bir felsefe olsa da, onu benimseyenlerde aynı tutarlılıkta bir davranış kodu üretemiyor olması gibi bir sorunundan bahsedebilir miyiz?

Bu vesileyle aynı gazetede yazmaya başlamasından dolayı heyecan duyduğum Atilla Yayla"ya gecikmiş "hayırlı olsun, hoş geldiniz" mesajımı iletmek istiyorum.

10 yıl önce
Liberalizm ve Sol bağlamında: Eleştiri ve adalet dengesi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset