|
Balbal taşlarına yazılan tarih

-Bir cumartesi yazısı-



Anadolu'nun tarihi mekanlarında karşımıza çıka kümbetlerin nasıl bir kültür, gelenek ve dini anlayıştan beslendiğini hep düşünmüşümdür. Mimari özellikleri bakımından çeşitlilik arzeden kümbetlerin sayıca belki de Anadolu'da en yoğun olarak bulunduğu bir şehirde mekan ve tarih tasavvurumun şekillenmesindeki etkisinin daha sonra bilincine varacaktım. Osmanlı'nın kubbeli türbeleri yerine hayli görkemli, çadır mimarisinde kümbetler... Okuduğum lisenin bahçesinde bile silindirik yüksekçe bir kümbet vardı mesela… Okul yolu üzerindeki Döner Kümbet ise hem taş işlemeciliği hem de efsanesi ile turistik değerdeydi.



İnce taş işçiliğinin zarafetine hayran kalsam da sürekli kafamı kurcalayan soru şuydu; bir insan kendine hangi sebeple daha ölmeden böylesi bir anıt mezar yaptırırdı? Bu soru daha sonraki örnekler için de geçerliydi elbette. Üstelik Müslüman bir toplumda ölüm dikkatinin toplumsallaştırıcı işlevi gören mezarlığı hayatın içine aktarırken, anıtsal mezarları fanilik duygusu ile pek bağdaştıramazdım. Muhtemelen döneminin toplumsal, kültürel ve en önemlisi siyasal algılayış hiyerarşisi ile alakalı olduğunu düşünürdüm.



Aslında, erken dönem Anadolu İslamlığının yani Selçuklu Medeniyeti'nin en önemli işaret taşları bu tür kümbetlerin tarihsel kökenini Orta Asya'da bulacağımı aklıma getirmemiştim. Kırgızistan'daki sıradan insanların bile mezarlara verdiği önemi görünce Orta Asya geleneğinin Müslüman şekle dönüştürülmesi diye içimden geçirdiğimi iyi hatırlıyorum. Bu ilk intiba tek başına açıklayıcı olmayabilirdi ama en azından kültürel devamlılık anlamında önemli bir ipucuydu. Ekonomik gücü olmayan Kırgızların bile mezara verdikleri önem, kendi çapında anıtsal hatta kümbetvari mezar yapma geleneğinin canlı olmasıyla ilişkilendirilebilir mi?

Göçebe bir kavmin sabit kalabildiği tek mekan olarak mezarlıklar…


Ya da göçebe hayatının sabit kadem olma arayışı...


Bişkek'ten doğuya, Issık Göl'ü yönüne doğru Orta Asya'nın kalbine yol alırken, modern Sovyet paganizmi ile göçebe şamanizmin kalıntıları arasında Müslüman toplum olarak ayakta kalmaya çalışan Kırgızların İslam geçmişlerinin izini sürme heyecanı... Bu kadar küçük bir ülkede alt üst oluşların tüm katmanları adeta iç içe geçmiş gibi..



Bir ilkbahar mevsimi Orta Asya düzlüklerinin yeşerdiği, karlı dağlardan pırıl pırıl suların yıkadığı bir coğrafya… Tarih kitaplarındaki efsaneye göre “Türkler, bu topraklar verimsiz olduğu için mi batıya doğru göç ettiler “diye sormadan edemiyorum. Kestirmeden bir yorum yapıştırarak; “Çin baskısı yüzünden olmalı”diye düşünmeden edemiyor insan. Aradan geçen bin yılı aşkın zaman farkını yok sayıp mantıklı bir açıklama gibi gelse de asıl soru yine hücum ediyor zihnimde: Bu büyük göç dalgası batıya değil de farklı yöne mesela doğuya doğru olsaydı dünya tarihi nasıl yazılırdı?

Tarih yazımı açısından karşılığı olmayan sorular… Ama insanlar gibi milletlerin de bir kaderi var.



Bişkek'ten sonra Tokmak'ı geçince o uçsuz bozkırda yükselen tek ve yapayalnız minare birden kaşınıza çıkıyor. Cami ve minareden öksüz koca ülkenin ıssız bir düzlüğünde zaman ötesinden bir işaret gibi yükselen bir minare…



Burana harabeleri… Bir zamanlar

Karahanlılar Devleti

'ne başkentlik yapan Balasagun şehri burası… Zamanla ayakta kalabilmeyi başarmış bu tek minareden dolayı

Burana

olarak anılıyor artık. Burana yani Kırgız lehçesinde Minare… Bin yıllık bir İslam şehrinden kalıntılar… Geçen yüzyıldan kalma gravürlerde bile cami, kervansaray, medreseler ve şehrin canlılığı ayan beyan belli oluyor. Göçenler göçmüş, şehirler çökmüş, ama hala oradan kalan bir esinti benliğimizi sarmalamaya devam ediyor. Çapı hayli genişçe tuğla minareye çıkıp çevreye göz attığımda tümsekler altında nelerin yattığını tahmin edebiliyorum. İpek yolunun üzerindeki bu tarihi başkent, belki de Türklerin Müslüman olduktan sonraki ilk büyük Müslüman şehirlerden biri…

“Göçebe bir toplum” şablonu altında küçümsenen bir geçmişin İslam Medeniyeti'ne dahil olmasıyla birlikte nasıl bir dönüşüm geçirdiğinin izleri…

Karahanlılar gibi çok erken dönem Müslüman devletin başkentinde minareden ufka bakarken esen rüzgarın uğultusu tarihin tozlu sayfalarına karışıyor.



Minareden indiğimde biraz ilerde hala ayakta duran mezarlığa yöneliyorum. Küçük

balbal taşları

… Tipik İslam öncesi Şaman geleneğinin kalıntıları... Savaşçıların kahramanlıklarına bir nişan olsun için dikilen küçük taşlar. Mezar taşından farkı, öldürdüğü düşmanları temsil etmesi hatta gösterdiği “kahramanlık” sayısı kadar balbal dikilmesi… Ve üzerinde hafif kabartmalı insan figürleri...



Ölümün kutsandığı göçebe uygarlıktan yerleşik hayata geçerken Müslümanlaşması yahut Müslümanlaştıkça yerleşik hayata, şehirlileşmeye geçen bir kavmin

sadece mezar kültürünün seyri değil İslamlaşma tarihinin dönüm noktalarından birinin tanıklıklarıydı bunlar.



Bu cahili ve de tarihi balbal taşlarını dikenlerin Müslümanlaşma tarihinin kalıntıları.

Bir bakıma,

Orta Asya'dan Anadolu'ya atbaşı gibi sarkan bu insanların Müslümanlaşmasına borçlu değil mi Müslümanlığımız, Medeniyetimiz?



Artık, Çolpan Ata yolundan kendini İslam Medeniyeti'nden çok Rus uygarlığına ait hisseden Cengiz Aytmatov'un “Beyaz Gemi”sinin yelken açtığı Issık Gölü'ne doğru yola çıkabilirdik




#Balbal taşları
#Karahanlılar Devleti
#Issık Göl
#İslam Medeniyeti
8 yıl önce
Balbal taşlarına yazılan tarih
Bir Başka Mesele: Sistemi psikiyatr ve psikologlar bozdu
Niçin Diyanet
Bi şey yapmalı!
Hayallerin ötesinde yaşanan bir zaman dilimi
Zengin millet fakir devlet