Hayat akıp giderken yaşadıklarımızın anlamı üzerine fazla düşünme imkanımız olmaz genelde. Düşündüklerimiz, değerlendirmelerimiz de daha çok hayatın ritminin arasında sıkışmış değerlendirmeler olmaya mahkûmdur. Yaşanmakta olanın etkisi, sonuçları üzerinde sağlıklı düşünmemizi engeller; değerlendirmeleri erteleriz genelde. Hele görece göz kamaştırıcı başarılardan söz ediliyorsa ölçüye vurmak zorlaşır. İnsanlar başarılı olandan yanadırlar. Bu yüzden de taraflarını zaten seçmişlerdir. Geriye ise bu tecrübenin meşrulaştırılması, haklılaştırılması, tarihin zorunlu bir sonucu gibi gösterilmesi kalıyor. Büyük ekseriyetin desteğini ve de memnuniyetini kazanmış bir süreç ya da başarılmış olana uygun değer hükümleri üretmekte gecikmez insan. Veyahut değer hükümlerini başarıya göre yorumlamak için ya ödünç değerler almakta ya da zafer ve hakikat, başarı ve ilkelilik formülünü üretmekte gecikmezler.
Her toplumsal, siyasal süreç doğası gereği tartılmaya açıktır ve kesinlikler içermesi zordur. Neyi öncelediğiniz, neyi kıstas aldığınıza göre haklılık payını artırır yahut ne büyük ilkesizliklere, haksızlıklara mal olduğu yönünde yorumlayabilirsiniz. Değerlendirmenin ortada kalmadığı, sonuçları bakımından büyük çoğunluğun hem fikir olmuş gibi göründüğü süreçler, dönüşümler vardır. Yaşarken, olayın ve zamanın içindeyken bunları kestirmek zordur. Bazen çok iyi niyetle ve doğru başlamış bir projenin tarihte ne tür sonuçlara yol açacağını kestirmek zor. Tarihsel süreçlerde geriye dönüp değer hükmünü verdiğimiz çok büyük altüst oluşlar, savaşlar, devrimler de söz konusu. Bu durumda insanların sonuçlarına bakarak tarihin hükmünü verdiği durumlar ortaya çıkar. Kanla yapılmış büyük devrimlerin insanlık tarihinde yol açıcı gelişmeler olarak anılması, bugünden geriye dönerek yapılmış bir değerlendirmedir ve tamamen sonuç odaklıdır. Fransız Devrimi acımasızca kelleleri keserken içinde yaşayanlar bunun adaleti, kardeşliği getireceğini iddia edemezlerdi. Ama bugün bunca cinayeti haklılaştıran ya da görmezden gelmeye yatkın tarih okumamız, devrimin sonuçlarından dolayıdır.
Tarihsel örnekler, muhayyel bir toplumsal dönüşüm üzerine genellemeler yerine daha güncel olana, içinden geçtiğimiz sürece yahut büyük kitleler nezdinde başarı öyküsüne odaklanmanın, acıtıcı da olsa sorgulamanın, hatırlatmanın zamanı.
Dönüşümün aktörleri ya da tanıkları olarak bizim de sormak durumunda olduğumuz basit bir iki soru olmalı. Herkesin adalet, ideal, ilkeler ve yüce değerler adına sonuçlar çıkarttığı, bazı sorgulamaları ertelediği bir dönemde sorulması gereken sorular...
Aslında olanca kaotikliğine, tartışmalı boyutuna rağmen bazen sorulması gereken bir soru pek çok şeyi açıklamaya yeterli olabilir.
Sürekli zihnimizin, vicdanımızın bir köşesinde diri tutmamız gereken soru şu olabilir:
Bu yakıcı sorunun başka ifadesi,
Politik spekülasyonlardan, toplumsal hareketlenmelerden, tek tek üstümüzde hissettiğimiz olumlu olumsuz etkilerden sıyrılıp değişimin muhatabı ya da öznesi olarak hem tarih karşısında hem de savunduğumuz değerler karşısında her an bir nefis muhasebesi anlamında diri tutulması gereken bir sorgulama.
Bu soruyla yüzleşme cesareti gösterenler, süreç ne olursa olsun, işlerinde, fikirlerinde hep hakikat ibresini gözetmeye devam ederler. Her şeyi olumsuzlayan,
de bu sorunun işaret ettiği zeminden beslenir.
Nefret ve sevgi, taraftarlık ve düşmanlık, sadakat ve ihanet ikileminde adeta ortadan bölünmüş görüntüsü veren memlekette herkesin aidiyet duyduğu kampa, partiye, siyasete dair yaşadığı körleşmeyi sorgulaması gerekiyor.
Özellikle İslami hassasiyeti ile siyasetin pratik açmazları arasında sıkışan, çelişkiler duyan, bir yanda çelişkileri aşmaya çalışırken diğer tarafta çelişkileri meşrulaştırıcı gerekçeler arayanlar için uyarıdır bu sorular.
Yüzleşmekten kaçarak ertelediğimiz her sorunun cevabından da mahrum oluyoruz demektir.