|
Eski Ortadoğu çöküyor, ya yenisi?
Ortadoğu'da gerilimin yeniden tırmanması, muhtemelen daha da tehlikeli boyutlar kazanacak olması ne anlama geliyor? Özellikle Irak'ın işgali sonrası iç savaşlara evrilen sürecin, daha da kötüsü bu durumun genişleme riskinin her geçen gün artıyor olmasının anlamı nedir? Yalancı bahar gibi gelip geçen Arap Baharı'nın ardından bölgenin sinir uçlarını kanatan ayrışmaları uzaktan seyretme lüksümüz de kalmadı.

Tüm olup bitenleri alt alta sıraladığımızda ortaya çıkan sonuç şudur: Ortadoğu çöküyor.

Ortadoğu'nun siyasi haritasından askeri dengelere, kültürel dokusuna kadar mevcut hali ayakta tutan sütunlar, yani Ortadoğu sistemi çöküyor. Bunu, bugün tezahür ettiği şekliyle Ortadoğu'nun din ve kültürüyle alakalı görmek isteyen anlayış, bizzat bu çöküşün faillidir.

Tüm sorumluluğu dışımızda arayan, sürekli Batılıları suçlayan alışılmış tepkileri bir kenara bırakarak, gerçekten neyin çöktüğünü anlamadan, neyin kurulmak istendiğinin ve faillerinin kimler olduğunun anlaşılması zor.

Ortadoğu denilen dengeyi tutan üç tarz-ı siyaset vardı: Hanedan yönetimleri, ideolojik tek parti iktidarları, askeri diktatörlükler. Bunların büyük kısmının ortak özelliği ise azınlık ve zayıflık (yönetimi) olmasıydı. Irak'ta bölgenin tek partili - laik diktatörlüğü (Baas) aynı zamanda Sünnilere dayanan bir azınlık yönetimiydi. Suriye'deki askeri diktatörlük (Baas) Nusayri azınlığa yaslanmaktaydı... Bu tür doğrudan siyasal azınlıkların yanı sıra zihniyet, dünya görüşü, dayandığı seçkinler sınıfı bakımından farklı azınlık biçimlerine dayalı yönetimler söz konusuydu. Azınlık sorunu emperyal bir projedir. Zira zaten yapay parçalara ayrılmış bölgede azınlık ve zayıflık iktidarları gücünü kendi tabanından çok bölge dışı küresel güçlerden aldığı destekle sağlar. Zayıflığın en bariz göstergesi dış bağımlılıktır. Hegemonik ilişki bu denge ile sürdürülebilirdi.

Bölgede statüko çökerken yeni dengenin nasıl ve hangi unsurlara dayanılarak kurulacağının belirsizliği bir yana, kendi ekseninde yeni denge kurmaya çalışan yerel ve küresel aktörlerin güç mücadelesi yaşanmaktadır.

Bir yanda eski statükoyu korumak için elindeki tüm imkânları kullanarak bölgeyi şekillendirmeye çalışan güçler, diğer tarafta kendi stratejik etki alanını genişletmek adına bölgeyi tabandan zorlayan unsurların aynı anda devrede olduğu bir süreçten bahsediyoruz. Üstelik ABD'nin tek başına küresel güç olmaktan çıkıp bölgede yeni küresel aktörlerin etkin olmaya başladığı son derece tehlikeli bir dönemdeyiz.

Mücadele dini ve kültürel ayrışma üzerinden yürütülüyor gibi aksettiriliyor ve adeta tüm kötülüklerin kaynağının halkın dini ve mezhebi tercihleri olduğu yönünde bir algı sürekli işleniyor. Gerçekten de medya pazarına bakılacak olursa İslam'a karşı İslam/lar savaşıyor. Adeta Müslüman olmaktan kaynaklanan bir kanlı süreçten geçtiğimize ikna edilmeye çalışılıyoruz.

Oysa bu toprakların yegane dayanağı ve onu bir arada tutacak değeri dini ve onun etrafında şekillenen yaşama şeklidir.

Bu durum sadece bireysel hayat tarzlarıyla alakalı da değil. Siyasal tecrübesi de sanılanın aksine bu bölgeyi kan ve çatışmadan koruyacak eşine az rastlanır birikime işaret eder. Bu kaotik ortamda bu cümleler afaki algılanacaktır büyük ihtimalle. Medya ve siyasal propaganda makinesi işlemeden siyasal sonuçlar alınmaz zaten.

Bölgede hemen hemen tüm yapılar tam anlamıyla 'artificial'... Bu yapay, sekter/etnik ve azınlık formülünün ayakta tuttuğu statükonun sancısız ayakta durması imkansızdı. Bölge dışı güçlerin bölge kaynaklarına dair stratejik çıkarları zorlama bir dengeyi dayattı. Eskiyi yıkarken/yıkılırken yeninin kurulmasında yerel değil ama yerli birikim ve değerlere yaslanmaya izin verilmeyecek. Hatta var olan değerler tahrip edilirken tarihsel hafıza, ortak medeniyet birikimi, sosyal doku bozulmadan yeni statüko kurmak istemeyecekler. Soğuk savaş sonrası yıkılan ama kurulamayan dengenin sancılarını çekiyor, bedelini ödüyor Ortadoğu.

Yönetim tarzları, ideolojileri ne olursa olsun birbiriyle tarih boyunca en gerilimli ilişkiye sahip olan ama buna rağmen kan dökmeme başarısını gösteren iki ülke var: Türkiye ve İran. 400 yıldır savaşmamak üzerine kurulu bir dengeyi sürdürme iradesini gösteren devlet tecrübesinden, derin hafızadan söz ediyoruz. Çoğu kez derin çelişkiler ve zıtlaşmalarla dolu ama savaşılmadan bugüne gelebilen bir tecrübe… Dünyada sınırdaş olup ve bu kadar farklı çıkar ve rekabet ilişkisini savaşsız sürdürebilen örnek yok denilse yeridir. Bu savaşsızlık halinin sorunsuzluk demek olmadığını söylemeye gerek yok. Zaten bu durumu anlamlı kılan da bunca çelişkili ve zıtlaşmaya rağmen barışın korunması...

Bugün birbiriyle kapıştırılmak istenen, İran'da neo-Safevi/Şii kanal ile Türkiye'de neo-İttihatçı damarların pompaladığı söylem son derece tehlikeli bir tırmanıştır. Bunun yansımasının Irak'ta, Suriye'de nelere mal olduğunu hep birlikte görüyoruz.

Toplumsal talepleri bastırıp bölgesel dengeleri koruma stratejisi çökünce bu kez toplumların birbiriyle çatıştırılmasına dayalı bir kaos çıkartıldı. Bu kaosla -bölgenin tarihine, dinine, medeniyet algısına rağmen- tüm bu dokunun tahribiyle sonuçlanacak, yeni ama her anlamda dış etkiye açık bir denge isteniyor. İster etnik talepler, ister sekter hayaller adına olsun, tahrip edilen bölgenin insan ve fiziki varlığı ve onu var kılan değerleri: yani Müslümanlık…
#Safevi
#Şii
#Soğuk savaş
#Türkiye
#İran
#Ortadoğu
8 yıl önce
Eski Ortadoğu çöküyor, ya yenisi?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle