|
İslam, Batı’nın suç ortağı mı?
Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı G-20 zirvesi yarın başlıyor. Dünyanın en gelişmiş 20 ülkesinin lideri, küresel patronlar Antalya'da bir araya gelecek. Zirvenin adından da anlaşılacağı gibi gelişmişlikten kasıt zenginliktir. Bu gelişmişlik ve zenginlik kapsamında nerdeyse işçinin bir çuval pirince bir ay çalıştığı Çin, yoksulluğun en yaygın olduğu Hindistan gibi ülkeler de var. Dünya kaynaklarının büyük kısmını dünyanın geri kalanına rağmen tüketen batılı ülkeler bu gelişmişliğin en parlak temsilcileri. Diğer tarafta bilgi, bilim, teknoloji anlamında hiç bir şey üretmeyen petrol zengini ülkeler de bu listeye dahil.

Toplumsal adaletin yok sayıldığı küresel zenginlerin temsil ettiği dünya sistemi için acaba Türkiye'den karşı ses çıkacak mı, merak ediyorum. G-20 zirvelerinin yapıldığı her yerde meydanlara çıkan , göstericilerin nasıl bir dünya talep ettiklerine dair net bir fikir vermez. Dünyanın en zenginlerini protesto ederken bir sistem eleştirisinden, zenginliğin arkasında yatan değerler sistemini sorgulamaktan çok uzak. Bir tür “kapitalizme zeytin dalı uzatmak”tan ileri geçemeyen bir tepkiye dönüşür.

Küresel kapitalizm çarkının dönmesi için gerekli petrolün pompa bekçiliğinden başka bir şey üretmeyen Müslüman ülkeler bu gelişmişliğin neresinde? Ne zenginliğin kullanımı, dağılımı; ne de kazanımı konusunda bir irade sahibi olmaktan yoksun bu ülkeler hangi vasıflarıyla gelişmişlik hanesinde yer alıyor? Küresel sisteme eklemlenmenin bir getirisi olarak son anda listeye giren Türkiye bu anlamda daha batılı olsa da zenginliğin dağılımı, adalet ve tüketim gibi temel değerler skalasında nerede yer alıyor?

Bu soruları oryantalist ve kestirmeden verilecek cevap olarak zaten Müslümanların geri olduğunu hatta Müslümanlığın geriliğin başlıca kaynağı olduğunu ileri sürmek bazılarını rahatlatacaktır.

Neden geri kaldık, sorusu iki yüzyıllık bir sorudur. Bu soruların arkasında gelişmişlik denilen durumu olumlayan, hatta insanlığın ulaşması gereken mutlak kaderi olarak gören ilerlemeci bir tarih anlayışı yatar. Ancak gerilik ve gelişmişlik durumunun değerlerden bağımsız tanımlanamayacağı gerçeği ise gözden ustalıkla kaçırılır.

Geri kalmışlığımız bir gerçekse bunun sebebi de bu toplumun ait olduğu din ve şekillendirdiği kültür olmalıdır! Buna karşı geliştirilen argüman da İslam'ın gelişmeye hiç de mani olmadığı tezi üzerinden ilerler. Gelişmişlik, geri kalmışlık paradigması içinde sıkışan açmaz; birbirinden farklı gibi ama zıtlık içermeyen bir zihinsel parantezdir. Her iki cevap da modern batının ekonomik, teknolojik, toplumsal düzeyini esas alır ve buna hangi yollarla ulaşılabileceğini tartışır. Modern batının “gelişmişlik” düzeyinin ardındaki değerler sistemini, medeniyet tasavvurunu görmezden gelir.

Dünya gelişmişlerinin zirve için Türkiye'de toplanmaya başladığı şu günlerde gelişmeyi esas alan bir yazı dikkatimi çekti: Kültürel dirilmenin tarihsel kökenleri İslam tarihindedir. (Cumhuriyet Bilim-Teknoloji Eki, 13 Kasım 2015). Bu başlıkta bir yazının altındaki Doğan Kuban imzası ve yayınlandığı mecra göz önüne alındığında daha da ilginç olduğu muhakkak. Kuban yazısında Jack Goody'nin Türkçeye de çevrilen Rönaissances isimli kitabından hareketle İslam bilim tarihine bir yorum denemesi yapıyor. Goody, kitabında Avrupa örneğini İslam, Çin ve Hint kültürlerinde gerçekleşmiş benzer rönesanslarla bağlantılı olarak irdeliyor ve Avrupa'nın bu yabancı kültürlere olan borcu üzerinde duruyor.

Goody kitabında Abbasî dönemi İslam dünyasındaki felsefi, bilimsel çabalarını İslam Rönesansı olarak betimler ve bugünkü Avrupa rönesansının oluşumunda önemli etkisi olduğunu savunur. Bu tez yeni olmamakla beraber batı merkezli dünya tarihi okumasının dışına çıkan az sayıda önemli örneklerden biridir.

Kuban, Abbasî Rönesansının yapmak istedikleri ile Cumhuriyet'in gerçekleştirmek istediklerinin aynı şeyler olduğunu savunurken tüm günahı Osmanlı'ya yıkıyor: “16. yüzyılda yakın doğuya egemen olan Osmanlı Devleti bir cehalet çukurunda yaşadı. Bugün de Türkler orada yaşam savaşı veriyor.”

Bu indirgemeci yaklaşım bana yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanan bir tartışmayı hatırlattı. İslam bilim tarihi konusunda önemli bir isim olan Seyyid Hüseyn Nasr, üniversitede Osmanlı bilimi üzerine bir konferans veriyordu. Konuşması sırasında akademisyenlerden biri, “Osmanlı'da bilim var mı ki bilim tarihinden, bilim anlayışından bahsediyorsunuz” şeklinde bir soru, daha doğrusu itiraz yöneltti. Nasr Müslüman ülkelerdeki batıcı aydınların genel tavrına aşina olduğu için karşı soruyu sorarak müdahale etti: “Siz hayatınızda hiç Osmanlıca yazılmış yazma eser, bir metin okudunuz mu?” Cevap hayırdı. “Peki, hiç muttali olmadığınız, tanımadığınız bir kültür hakkında bir akademisyen olarak nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz?

Kuban yazısında daha insaflı gibidir yine de ve yazıyı şöyle bitirir: “Abbasi Rönesansı cahilliğimizin nedenini Müslümanlığa dayamaya olanak vermez.” Osmanlı'yı kılıçla savaş kazanan yağmacı cehalet çukurunda bir devlete indirgeyen anlayış İslam medeniyeti ile nasıl bağlantı kurabilecek, o meçhul. Osmanlı ile sağlıklı ilişki kuramayan, onu doğru okuyamayan bir aydın kitlesinin onu atlayarak Abbasî ile temas kurması ne kadar mümkün olur, doğrusu merak konusu. Son altı yüzyıllık dünya tarihinde merkezi bir rol oynayan bir imparatorluğun cehaletle nasıl ayakta durabileceği ayrı bir soru olarak duruyor. Aynı zamanda Osmanlı medeniyetinin nerede hata yaptığını, bir döneme kadar matematiğin medreselerde zorunlu iken neyi nerede kaybettiğini en çok Osmanlı güzellemesi yapanlar sorgulamalıdır.

Bir de batının yükselişine İslam'ı ortak edenler İslam'ın neden batının gelişmeci-aydınlanmacı paradigmasına, değerler sistemine suç ortaklığı yapılamayacağı üzerinde düşünmeliler. Mesela, bilinçli biçimde kapitalizme 19. yüzyıl başına kadar neden direndiğini gibi önemli sorulara kafa yormakta yarar var.
#Avrupa
#İslam Rönesansı
#Osmanlı
8 yıl önce
İslam, Batı’nın suç ortağı mı?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi