|
Paris-Palmira hattındaki ortak dil!
Paris saldırıları daha çok konuşulacak. Sivillerin katledilmesinin ardından başta Fransa olmak üzere devlet yetkililerinin, siyasilerin yaptıkları açıklamalar her bakımdan kayda değer. Mağdur ve mazlum imajı çizen resmi görüntünün yanı sıra belli ki sivillere yapılan katliama devlet söylemi ile karşılık verilmeye çalışılıyor.

Katliamdan sonra gelen en yalın, çarpıcı ve bir o kadar da yanıltıcı açıklama Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'dan geldi: Bu bir savaş ilanıdır.

Bu açıklama göründüğü kadar net, en azından açıklayıcı değil. Fransa Ortadoğu'da uzun zamandır savaş halinde değil mi? Pek çok operasyonda Amerika ile yan yana, Libya'da olduğu gibi öncü rol üslenerek zaten sıcak savaşın içinde. Yeni olan IŞİD'in savaşı Paris'in içinde taşımış olması. Fransız uçaklarının askeri hedef gerekçesiyle masum insanları katletmesi, emperyal hedefler uğruna Ortadoğu'ya müdahale etmesi, masum sivil halkın katledilmesine gerekçe olamaz. Ancak masumların katliamı üzerinde hiçbir şey olmamış gibi “bu bir savaş ilanı” açıklaması yapmak, masum kanları üzerinden savaşları, bombaları meşrulaştırmaktan başka ne olabilir? Hollande'ın açıklaması sadece temsil değeri yüksek ve sembolik anlam taşıdığı için öne çıkıyor. Yapılan resmi açıklamaların pek çoğu benzer mantık örgüsü ve çifte standartlı söylem yüklü.

Bu tür durumlarda yapılan açıklamalar söylem analizleri açısından önemli ipuçları verir. Bir tür bilinçaltı okuması. Bu tür durumlarda saldırının faturasının ilk olarak mültecilere, Avrupa'da yaşayan Müslümanlara çıkarılacağını kestirmek zor değildi. Toplumsal ayrımcılığın körüklenmesi bir yana daha ikna edici argümanlarla geliştirilen yasal tedbirler peş peşe gelecektir. Bu anlamda IŞİD katliamlarının sadece stratejik arayışlar/hedefler bakımından değil; Avrupa'nın toplumsal dizaynı için devletlerin eline “meşrulaştırıcı, ikna edici” gerekçeler sunduğu aşikar.

İlginç b ir örnek olarak Polonya dışişleri bakanının açıklamaları her bakımdan belli bir bakış açısının resmi dille özeti gibidir. Polonya'nın Batı Avrupa'yı ne kadar temsil ettiği sorgulanabilir. Ancak daha az politik ama daha açık yüreklilikle söylenenler Paris'in Londra'nın diplomatik dille söyleyemediklerinin tercümesi işlevi görür genellikle. Daha patavatsız bulanlar olabilir ama yaygın bilinçaltını dışa vurmadığını kim iddia edebilir?

“Polonya Dışişleri Bakanı Witold Waşkovski, Avrupa'daki Suriyeli mültecilerin silahlandırılarak ülkelerindeki savaşa katılmalarını teklif etti. Waşkovski, mültecilere burada bir ordu kurmaları için yardım edebileceklerini söyledi.” Buraya kadar zekice bir öneri gibi gelebilir. Devamı 19. yüzyıl oryantalizminin 21. yüzyıl versiyonu gibi; “Sandallarla Avrupa'ya ellerinde iPodlarla gelen Suriyeli gençlerin, yemek ve içecekten önce akıllı telefonlarını nerede şarj edebileceklerini” sormalarından da şikayetçi olmuş. “Beyaz adamın sorumluğu”nu yerine getirmek için zekice bir yöntem olarak mültecileri silahlandırıp memleketlerine göndermek fikri bazılarına makul bile gelebilir!. Tıpkı George Orwell'in “Burma Günleri”ndeki beyaz adam sorumluluğunun Burma'daki kaynakları İngiltere'ye taşırken meşrulaştırıcı ruh halinin yüz yıl sonraki versiyonu gibi... Beyaz adamın doğuya bakışı bugün de sandalla gelenlere akıllı telefonları yakıştıramıyor.

İsviçreli bir politikacının da Müslümanlara gece 20.00'dan sonra sokağa çıkma yasağı önermesi marjinalliğin sınırlarının mı yoksa yaygın bir korkunun işareti mi olduğunu devlet aklının kararlarıyla anlayacağız.

Danimarkalı milletvekili Soren Espersen ise bu konuda zirve yapıyor. “Artık IŞİD'i vurmalıyız. Kadın ve çocukların arkalarına saklanıyorlar ve bizim centilmen olduğumuzu bildikleri için öyle hareket ediyorlar. Bundan sonra kadın, çoluk çocuk demeden hepsini beraber bombalayalım, nasıl olsa o kadınlar da sistemin içindeler.”

IŞİD de böyle düşünüyor. Tüm bunların peşinden dün örgüt adına yapılan açıklamada Amerika öncülüğünde gerçekleşen Suriye'deki hava saldırılarına katılan ülkeler “Fransa'nın kaderini yaşamakla” tehdit edildi. Uygar dünyanın bilinçaltı ile “uygar dünya”nın hayat tarzına saldıranların dili ne kadar benzeşiyor.

Olayın stratejik boyutu, askeri ve siyasi sonuçlarını bir kenara bırakıp farklı iki kültüre ait gibi görünen ortak söylemi ortaya çıkaran bilinçaltının siyasete yansıması herkes için daha düşündürücüdür. Tüm bunlar; marjinal dille seslendiren geleceğin politikalarını uygulamadan önce kendi vatandaşlarını yani Avrupalıları ikna etmek için kullanışlı düşmanlık işlevi mi görüyor?

Sanki İŞİD'in süflörü Paris'ten, Batının süflörü de Palmira'dan sesleniyor gibi.
#ışid
#palmira
#Witold Waşkovski
#Soren Espersen
8 yıl önce
Paris-Palmira hattındaki ortak dil!
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler