|
Ucubelikle yüzleşmek

Komploya, karamsarlığa umutsuzluğa teslim olmanın bu topraklarda var oluş şartlarımızı tüketeceğini... umudun olmadığı yerde inancın da olmadığını hatırlatan yazıdan sonra vahşice bir katliam gerçekleşti. İlk bakışta yazdıklarımızı tekzip edercesine bu ülkeye, bu şehre ve yarınlarımıza dair beslediğimiz tüm umutları boşa çıkartan, teslim olmayı dayatan kanlı bir katliam işlendi.



Hayatın gerçeklerinden kopuk iyimserlikle umut sahibi olmak farklı. En olumsuz şartlarda, en karanlık dönemlerde bile umudu yitirmemek, geleceğe, yarınlara ait bir umut ışığını canlı tutmak, Müslümanın inancı ile yakından alakalı.



Umudu diri tutabilmenin bedeli vardır. Gerçeklikten kopuk bir iyimserlikten, mutluluk gösterisinden bahsetmiyoruz. Umudu her dem taze tutmak bedel ister. Tıpkı tevekkülün miskinleşmiş bir ruh halinin edilgen, içe kıvrık duruma tezat olduğu gibi. Tevekkül, reel planda elinden gelen tüm çabayı ortaya koyduktan sonra sonucu mutlak olana havale etmektir. Tıpkı sabır ve tahammül farkı gibi. Biri müthiş bir dinamizm diğeri zoraki olarak katlanmayı ima eder. Ama hepsinde de fizik şartları aşan mutlak olana bağlanmayı gerektiren inançtan beslenen mücadeleyi gerektirir.



Yaşadığımız hayatın gerçeklerini yok saymadan, mücadele ederken bizi de aşan bir karar anının olduğunu bilmenin müthiş bir özgüveni ile hayata tutunuruz. Yoksa insan tahammülünü aşan fizik şartların esiri olduğumuzda hayat biter, inançta kuşku baş gösterebilir.



Karar anını yok sayarak her olumsuzlukta komplolara kurban giden bir zihin yapısı ilkelerini de sorgulamaya başlayacaktır. Bu nedenle yaşadıklarımızı doğru okuyup, doğru tavır alabilmek biraz da umut ışığının içimizdeki yansımasıyla alakalıdır.



Belli ki 'terör örgütü' diye yaftalanan taşeronların eylemleri, bölgesel çapta siyasal ve ekonomik görünümlü operasyonlar bir müddet daha devam edecek.



Tüm bunlara rağmen umutlu kalmayı mümkün kılacak gerekçemiz ne olabilir?



Bu soruya soyut şekilde gayret, çaba, yaşama sevinci gibi ilk akla gelenleri sıralayarak cevaplamak, gerçekleri karartabilir. Bu durumda sadece ahmaklara özgü bir iyimserlik gösterisi yapmış oluruz. Bunun da mümin feraseti ve tavrı ile alakası olamaz.



Artık çok iyi biliyoruz, hiç bir terör örgütü kendi başına bırakılmaz. Daha doğrusu terör örgütü olarak tanımlanan yapılar ideoloji ve söylemlerinden bağımsız eylemelere, çapraz ilişkilere girer. Bu yapılara silah, imkanı verenler aynı zamanda hedef, strateji çizdikleri gibi eylem siparişi de verir. Bu eylemlerin ne adına, hangi slogan altında yapıldığının hiç mi hiç önemi yoktur.



Yine biliyoruz ki, farklı devlet destekleri ile varlığını sürdüren bu tür yapılanmalar toplumsal taban, uygun siyasal şartlar olmadan da etkinliğini sürdüremez.



İşte tam bu noktada komplo teorilerini çökertecek, karamsarlık yerine basiretli bir tahlile ihtiyaç var.



Kendine mahsus din anlayışını mutlaklaştırıp silahı önce Müslümanlara, sivillere çeviren bir yapının adeta bölgesel bir aktör haline gelmesini

devletler oyunu

nu bir kenara koyarak açıklayamayız. Ancak bu yapının bunca insanı devşirebilmesi, taban bulması ve de şiddeti dozunu artırarak sürdürebiliyor olması sadece dış güçlerle açıklanamaz. Kendi hayatını gözden çıkarma pahasına hedefini, sivilleri, masumları katletmeyi göze alabilmesi bize başka sorular sormamızı gerektirmektedir.



Dini veya etnik gerekçelerle bunca silahlı elemanın barınması, eğitimi, donanım gibi devlet çapında finans ve lojistik desteğini mümkün kılan sosyal gerçeklerle yüzleşmeden işim içinden çıkılamaz.



Evet, bölgenin zaaf alanları çok fazla ve Müslüman akıl sahiplerinin boyunu aşacak ölçüde manipülasyonlara açık bir siyasal, sosyal, kültürel doku mevcut.



Özellikle Ortaköy'de gerçekleşen katliamda yüz yüze gelinen gerçekliklerimiz ile hesaplaşmadan ne oynanmak istenen oyunu bozabiliriz ne de benzerlerini önleyebiliriz. Eğer birileri bu tür örgütlerin eylemleri ile bu toprakların dini, kültürü, değerleri üzerinden fay hattını derinleştirmek istiyorsa başta hükümet olmak üzere her kesim özeleştiri yapmak durumunda.



Her şeyden önce sorun bir zihniyet sorunudur.

11 Eylül saldırılarından sonra yazdığım ilk yazıda; Amerikan emperyalizmine karşı savaş adına, tüm Müslümanların geleceğini ipotek altına sokan eylemin arkasındaki insan tipi ve en önemlisi din anlayışı ile hesaplaşmak zorunda olduğumuzu işaret ettiğimde, bu kadar uzun süre sonra aynı cümleyi kurmak zorunda kalacağımı tahmin etmemiştim.

Bu coğrafyanın tarihi deneyimi içinde kendine özgüveni olan bir kültür gelişti. Bu özgüveni sağlayan sadece imparatorluk deneyiminin beslediği farklılıklarla ilişki biçimi değil, sağlam referanslara dayalı dini anlayışın hayata yansıyışı ile de alakalıdır.



Diğer taraftan Batılı bir hayat tarzına karşı gibi görüntü veren saldırıya bakarak

Müslümanları ve İslam'ın teklifini hesaba çekmeye çalışan sekter Batıcıların oyun bozmaktan çok oyunu körükledikleri görülüyor.

Bir din ve din alimi dinin gösterdiği hakikatleri açıklamakla yükümlüdür. Birilerinin din adına cinayet işlemesi bahanesiyle hakikati dillendirmeyi suçlamak bu memleketin geleceğine yapılan bir suikasttir.



Müslümanları özeleştiri yapmaya mecbur eden insan tipi ve zihniyet Batıcılığın da kendini hesaba çekmeye zorunlu kılıyor. Tüm yaşama alanları elinden alınmış, yüzlerce yıl içinde oluşan kültürel, ilmi, toplumsal birikimin imha edildiği toplum mühendisliklerinin bu öfkeli, ucube tiplerin ortaya çıkmasında payının olmadığı düşünülebilir mi? Bu etnik ya da dini görünümlü ucubelik halleri seküler tutarsızlıktan, laikçi radikal uygulamalardan bağımsız değerlendirilebilir mi?




#Ortaköy
#Terör
#Komplo teorileri
#Müslümanlar
7 yıl önce
Ucubelikle yüzleşmek
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak