|

20 bin tutuklu, idari takdirle memuriyetten men edilmiş 60 bin memur, açığa alınmış 100 bin kamu görevlisi, tasfiye edilen yüzlerce şirket ve el konan servet…



Bu rakamlar bir ülkede, askeri darbe, gizli örgüt bir nedene bağlı olarak, gerçek suçlu sayısına işaret ediyorsa karşınızda demokrasi açısından büyük bir bela vardır.



Bu rakamlar, aynı gerekçelerle yaşı-kuruyu, suçluyu-suçsuzu bir araya getirip, çok amaçlı bir tasfiye arayışına işaret ediyorsa, bu kez, demokratik düzeniniz başka ve katmerli büyük bir belayla karşı karşıya demektir..



Bu, ikili bir tuzak halidir.



Bunlar Türkiye'nin rakamları ve son iki ay içinde ortaya çıktılar…



Adli takibata uğrayan insan sayısının işaret ettiği bu tablo, muhtemelen darbe girişimi ötesi bir duruma işaret ediyor.



Bu istikamette pek çok şüphe ve kanıt var. Muhalif yazar, aydın, akademisyenler, kitlesel olarak açığa alınan Kürt öğretmenler, kendi başına bir gösterge. Başbakan'ın valilere, “şekil şartına uyarsak iş yapamayız, hata yapmaktan korkmayın” telkini başka bir işaret.



Diyelim ki, iş öyle değil, bu rakamlarda hata payı ve haksızlık pek az…



Tuzak orada, yine sizi bekler.



Zira bir hukuk devleti olma iddiasındaki bir siyasal düzende, bu çapta rakamlar gerçek suçlu sayısına işaret ettikleri andan itibaren, o devlete ve topluma yıllarca hakim olur, o devlet ve toplumun siyasal hayatını ve kanun düzenini yıllarca şekillendirirler.



Üretecekleri, şöyle da böyle, şu ya da bu şekilde bir “gözaltı toplumu” olur.



Tutukluları sorgulayacak personelden tutun, kapatılacakları hapishanelere, kanıt olmadan şüphe üzerine alınmış tutukluları itirafa zorlayacak yöntemlere geri dönülmesinden, suçun şahsiliği ilkesinin esnetilmesine, bu istikamette takip ve kanıt esaslarına, bunları uygulayacak savcı-yargıç grubuna, bu işlemleri mümkün kılacak veya hak arayışlarını engelleyecek yasal düzenlemelere kadar asayişçi bir devlet faaliyeti siyasi zamanı işgal etmekle kalmaz, zamanın ruhunu da işgal eder ve belirler.



20-25 bin darbeci tutuklu, 100 bin darbeci (darbeci olduğundan şüphenilen) memur, hemen her seviyede binlerce adli süreç demektir. Bunu yönetmek bile kendi başına bir otoriterleşme hikayesi demektir.



Böyle otoriterleşme hikayeleri devlet ve iktidarla sınırlı kalmaz. Basında, devlette, siyasette, toplumda, üniversitelerde yasakçılığı, avcı ve cellat zihniyetini sosyalleştirir, kullanım değerine sahip olur ve sıradanlaşır.



Türkiye, 15 Temmuz günü tarihte yolculuğunu tökezletecek bir tehlike atlattı.



Ancak şu an karşımızdaki risk de, tarihidir.



Unutmamak gerekir, kitlesel tasfiyeler aynı zamanda bir yeniden yapılanmaya işaret ederler. Tasfiye ilkeleri, tasfiye yaklaşımı bu yeniden yapılanmanın ilkelerini, geleceğin işaretlerini oluşturur.



Bugün Türkiye'de devlet adamı, siyasetçi, iktidar yanlısı, muhalif, patron, çalışan gazeteci, aydın bu soru ve sorumlulukla karşı karşıya bulunuyor.



Bir karmaşa ve arayış evresindeyiz.



Ancak bu seviyede kalamayız. FETÖ belasının ürettiği sorunları ve tehlikeyi hep beraber, hukuk kuralları içinde kalarak ve gerçek anlamda bir demokrasinin temellerini atarak defetmek zorundayız. Bunu yapmak, yapabilmek Türkiye'yi bir çıta yükseltir, yarım kalan, kirlenen bir değişim süreci tekrar hareket geçer.



Aksi halde, gideceğimiz yer bugün ve bugüne kadar bulunduğumuz demokrasi ve toplumsal huzur kümesinin bir altı olacaktır.



İş baştan başlar.



Bunu her şeyden önce devlet iradesi, siyasi iktidar ve siyasi aktörlerin görmesi gerekir.


#15 Temmuz
#FETÖ
#Memuriyetten men
#Kamu görevlileri
8 yıl önce
default-profile-img
Tuzak
‘Beşikten mezara kadar ilim’
Sarhoştum, hatırlamıyorum
Suçlu kim?
Vergi artışı yerine yapılacaklar
Gazze’deki soykırıma ‘istisnaî’ kılıflar..