|
Hayat devam ediyor ama…

400-500 kilo patlayıcıyla 44 insanın hayatına son veren katliamın ardından, yapanlara lanet ederken yasımızı yaşamak ve acımızı paylaşmak, üzülmek ve üzüntümüzü de ifade etmek zorundayız.



Elbette “

hayat devam ediyor

" ama bu “

aman üzülmekten kendimizi koruyalım, canımız acımasın, bize de bir şeycikler olmasın

" anlamına gelmiyor.



bu hafta içinde “hayat devam ediyor" mottosunun çağrışımları üzerine yazdığı yazılarla yüzümüze muhteşem bir ayna tuttu…



Bu aynaya kişiselleştirmeden bakmayı başarabilenlere seslenirken sorumluluklarımızı da hatırlatıyor.



“Beyler, hanımlar, kendini hayat gurmesi sananlar, gustosunu sağa sola bulaştıranlar, 11 Eylül'den bu yana çok şey değişti. İnsanlar korkup evlerinden çıkamazsa aman alışveriş yapmaları engellenmesin dercesine “e-alışveriş" hayatın her yanına sirayet etti. İstanbul'daki her patlamadan sonra “AVM'ler sinek avlıyordu ama e- alışveriş siteleri, eve yemek siparişleri tavan yaptı, hayat internet üzerinden aktı" analizleri döktürenler nereye kaynadı bu defa? “Hayat" dedikleri zenginlerin hayatı, söylemeye gerek var mı! Yüzüne bakmaya doyamadıklarımız kara toprağın kara koynuna girmiş, kapitalist yürekler başlık atıyor, inadına alışveriş. Ya da bir takım aktör sahne felsefesi kasıyor. Topu topu 24 saat “milli yas" tutacağız. Milli yas. Tiyatrocu adem itiraz ediyor. Tiyatro kapanmazmış. Tiyatro inadına devam edermiş. Sahneni açık tutuyorsun. İki kuruşa tamah etmişsin hadi anlayalım cimriliğinin tavana vuran boyunu. Ama orada dur. Yaslı analar için, babasını yitirmiş çocuklar, çocuğunun arkasından isyan eden babalara hürmeten bir sus da tiyatro açık kalır filan diye sözüm ona derin takılma. Açmışsın kapını, kalbin bilir hüznünün boyutunu, biz ne bilelim.



Lakin, pek ulvi bir şey yapıyormuş edasında müşteri toplamak da nedir!



...



Nitekim “bizim buralarda" da hayat devam ediyor. Kimisi polis karakollarına elinde tatlısı ile taziye ziyareti yapıyor, kimisi sokak hayvanları için barınak kuruyor, kimisi Halep için yardım topluyor, kimisi gece yarısı sokaklarda çorba dağıtıyor. Kimisi gece gündüz Kur'an okuyor. Fakirler için kazak, atkı, başlık örenler; öğrenci evlerine düzenli olarak ev yemeği gönderenler; kimsesiz yaşlılar için ev ziyareti örgütleyenler... Velhasıl onca ölüme ve yaralanmaya rağmen, hayatın sıcak yüzü, kalbindeki şefkati etrafına dağıtanlarla devam ediyor."



“SURİYE SORUNU" NUN SEBEPLERİ NELER?


Geçenlerde bir toplantıdayız. Mülteciler üzerine konuşuyoruz. İyi giyimli, yüksek eğitimli, statü sahibi bir hanım birden “

canım Türkiye onları bu hale getirdi, tabi ki bakacak"

deyiverdi.



Sonrasını tahmin edersiniz. Bunun böyle olmadığını kendi insanımıza anlatmak için veriler, bilgiler, gerçekler üzerinden (bir yabancıya harcadığımızdan daha uzun) bir mesai harcadık. Cehalet önyargıları besliyor ama eğitim daha da güçlendiriyor. Safsatalar, sözde eğitilmiş insanları ikna ediyor. Üstelik bizzat olayların mağduru olan Suriyeli mülteciler bile onlar gibi düşünmüyor.



2015 yılından beri mültecilerin Avrupa'ya gidişlerini izliyorum, çekiyorum. Tıpkı göçmen kuşları izleyen bir fotoğrafçı gibi... Bununla ilgili yaptığım belgeselin de bir bölümünü bitirdim. Şimdiye kadar ülkesini, evini, yakınlarını, geçmişini kaybedip ölümle burun buruna yaşayan hiçbir mülteciden Türkiye üzerine bir suçlama duymadım. Tam tersi minnettar olan çoktu. Hatta Avrupa ülkesi vatandaşlarından bile Türkiye vatandaşı olanlarından duyduklarımı duymadım.



Belgesel çalışması sırasında “Avrupa'ya giden mülteciler olanlara ilişkin ne düşünüyorlar" sorusunun cevabını ararken, Berlin'de 12 mülteci merkezinde yapılan bir araştırmaya rastladım. Araştırmaya katılanların % 88'i erkek, % 12'si kadın. % 37'sinin de üniversite eğitimi var. Cevap verenler Avrupa'daki mülteci ortalamasını temsil ediyor. % 45' i 16-25 yaş arasında.





Mültecilerin çoğunluğu 2015 yılında ülkelerini terk edip Almanya'ya varmışlar. % 51'i Almanya'ya tek başına gelmiş. % 88'inin Suriye'de yaşadıkları bölge ve evleri bombalanmış. % 92'si hayati tehdit altında ülkeyi terk etmiş. % 88'inin aile üyeleri hapse atılmış, yaralanmış ya da ölmüş… Aynı oranda kişi abluka ve açlık tehlikesi yaşadığını, çatışma altında kaldığını söylüyor. % 86'sı kaçırılma ya da hapis tehdidiyle karşı karşıya kalmış.



Kimin tarafından hapse atılma ya da kaçırılma tehdidiyle karşılaştınız

" sorusuna verilen cevaplar ise şöyle: % 77 Suriye ordusu ve birlik grupları, % 42 Işid...



Bunun için kimi suçluyorsunuz

" diye soruyorlar. Cevaplarda %74 Suriye Ordusu ve ittifakları, %33 de Işid olarak geliyor.



“İç savaşın sorumlusu kim"

sorusuna verilen cevaplar da aynı oranda. Suriye ordusu ve ittifakları % 70, Işid % 32… “

Suriye'deki hangi olaylar bu duruma sebebiyet verdi"

sorusuna verilen cevaplar arasında yine Türkiye yok… % 79 Suriye otoritesi ve protestolara ordunun karşılık vermesi… % 17 asi grupların silahlanması… % 31 cihatçı grupların yükselmesi…% 12 protestolar ve protestocular… “

Bu savaşı durdurmak için ne yapılabilirdi

" sorusuna % 58'i 'Keşke bombalar için uçuş yasağı oluşturulsaydı' cevabını veriyor.



Suriye'ye geri dönmek için savaşın bitmesini yeterli görenlerin oranı ise % 68. Asla dönmeyeceklerini söyleyenlerin oranı % 8…



Türkiye, Suriye sorununun kaynağı hiçbir zaman olmadı. Tam tersine çözüm yollarını oluşturmak için en çok çaba gösteren ülkelerden oldu. Yukarıdaki mülteci araştırma sonuçları da bunu söylüyor. Buna rağmen kendi insanımızın ısrarla “

sebep biziz

" diye bağırıp çağırmasını makul karşılamak bir tarafa anlamak bile mümkün değil. İnsanın kendisine böylesine düşman olması ciddi bir patolojiyi gösteriyor.



Acaba bir Alman ya da Fransız kendi ülkesinde bu savaşın sebebi “benim ülkem" der miydi?




#Fatma Karabayık Barbarasoğlu
#Işid
#Mülteciler
#Önyargılar
7 yıl önce
Hayat devam ediyor ama…
Diziler üzerinden toplum mühendisliği
Kime ne kadar güveniyoruz?
Ermeni meselesi; zarar görünümlü faydalar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek