|
Ne ilmi, hepsi hikâye!

–“Önümüze getirilen meseleler hakkında sağlam hükümler verebilecek güçten yoksunken sırf Platon''un ve Aristo''nun ispatlarını okumakla filozof olmayız; zira o takdirde hikâye (historias) tahsil etmiş oluruz, ilim (scientias) değil.”

Vefatının üzerinden yarım asır geçtikten sonra yayımlanan, sonradan Fransızca''ya çevrilen “Regulæ ad directionem ingenii” adlı risalesinde, Descartes (öl. 1650) işte aynen böyle diyordu.

Metinde geçen ''historias'' kelimesi, aynen ''tarih'' diye Türkçeleştirilseydi, belki çok büyük bir anlam kaybı olmazdı ama ifadenin vurgusundaki tonlama da ciddi ölçüde zayıflardı. Bu karşılığı tercih etmemin sebeplerinden biri de Osmanlı âlimlerinden Mehmed Akkirmanî''nin (öl. 1760) açıklamaları.

Osmanlı medreselerinde teorik felsefe (hikmet-i nazariye) derslerinde okutulan bir metni, 18. yüzyılda –şerh ve haşiyeleriyle birlikte– Türkçe''ye çeviren bu değerli âlim, felsefe''nin bir ''ilim'' olmak haysiyetiyle üç ayrı anlama gelebileceğine işaret ettikten sonra şu açıklamayı yapar:

–“Lâkin muteber olan bu üç mânâdan herbirinde delilden hasıl olmak gerektir ki ilim olup sahibine âlim denile; ve illâ, hikâye ve sahibine hâkî denilir.”

250 yıl öncesinin Türkçesiyle yazılmış bu pasajın –daha sade bir ifadeyle– anlamı şu:

Hangi düzeyde olursa olsun felsefî bilgi, her şeyden önce kanıta dayanmalı, bir şeyi bilen onu bizzat ve kanıtlarıyla bilmelidir. Ancak bu takdirde o bilgiye ''ilim'', sahibine de ''âlim'' adı verilebilir. Yoksa, kanıta dayanmadan, oradan buradan okuyup ezberlenen, tekrarlanan bilgi''ye ''ilim'' değil, ''hikâye'', sahibine de ''âlim'' değil, ''hikâyeci'' denilir.

Burada ''hikâye''den kastedilen ne?

Pek tabii ki bu bağlamda rivayet, kıyl-u-kal, o dedi bu dedi, dedikodu, vs.

Bilmek, hiç kuşkusuz bir fikri temsil eden lafızları bellemek veya belleğin hacmini şişirmek demek değildir. Dedikoduculuk yapmakla, ezbere hükümler vermekle, ilim, hakikaten ne tahsil, ne de ifade edilebilir. Oradan buradan hazmedilmemiş bilgiler derlemekle, bu malumâtı başkalarına hikâye etmekle belki caka satılabilir, alkışlar veya ünvanlar alınabilir, hatta bilimadamı, akademisyen, vs. bile olunabilir ve fakat kesinlikle ilim sahibi olunamaz.

Okumak, ve okunanı anlamak...

Anlamak, ve anlaşılanı düşünmek...

Düşünmek, ve düşünüleni güçlü bir ifadenin ya da iddianın konusu hâline getirmek...

Bu işlem zincirini hakkını vermek suretiyle gerçekleştirmek, pek öyle zannedildiği kadar kolay değildir. Ne ki Türk düşünce hayatı böylesi kolaycılıklarla şekilleniyor; üstelik alelacele oradan buradan devşirdikleri hurde malumat ile meslektaşlarına caka satmayı marifet bilen uzmanlar (!) öncülüğünde...

Caka satmak, kabul edelim ki, Türkiye''de işe yarıyor ve kimi ciddi araştırmacılar bile bu hâlet-i ruhiyeden kendilerini kurtaramıyorlar. Biri kalkıp doktora tezinde Aristo''nun hareket tanımını aktarıyor; üstelik Latincesiyle birlikte. Fakat ibareyi Latincesinden değil, Fransızcasından Türkçe''ye çeviriyor:

–“Hareket, güçlü bir varlığın güçlü bir varlık olarak eylemidir.”

Bu çeviri yanlış mı? Ne münasebet, düpedüz saçma. Peki, araştırmacı niçin Latincesini zikrediyor? Caka satmak için. Sonra bir başka araştırmacı bu hatalı çeviriyi araklıyor. Niçin? O da caka satmak için.

Sonra bir başkası da aynı ibareyi yine Fransızcasından çeviriyor. Bakınız nasıl?

–“Devinim, edimsel olarak edimsel varlığın edimidir.”

Bu metin sadece yanlış ve saçma değil, aynı zamanda cakalı!

Şimdi size bir de kısmen makbul tercüme! İstikameti Yunanca''dan İngilizce''ye, oradan da Türkçe''ye:

–“Hareket, kuvve olmak bakımından bir kuvvenin fiil olarak tamamına ermesidir.”

Bu çeviri nisbeten doğru ama ne yazık ki anlaşılması güç. Bu bakımdan şerhedilmeye ihtiyacı var.

En iyisi Aristo''nun aslına gidelim ve doğrudan Yunanca''dan yapılmış başka bir çeviriye bakalım:

–Her bir cinste etkinlik halinde olan ile olanak halinde olan şey ayrıldıkta, olanak halinde olan şeyin aslında böyle bir şey olduğu için kendini tamamlaması, gerçekleşmesi, devinim işte bu!

İşte Aristo''nun ''hareket'' tanımının farklı çevirileri. İhtisası olanlar uğraşsınlar; daha doğru ve daha anlaşılır bir çeviri için gayret göstersinler. Bu da en nihayet saha dışındakileri ilgilendirmeyen bir mesele. Lâkin sorun şurada: Ya bazı hikâyeciler, sırf caka satmak uğruna bu türden lafazanlıkları ilim diye, yorum diye çoğaltmayı marifet bilirlerse?

Çağdaş Türk Düşüncesi''nin teşekkülündeki en önemli engel, ciddiyet yoksunluğudur. Sorun birikimsizlik, yetersizlik değil, düpedüz ciddiyetsizliktir.

Misâlimiz yarına.

17 yıl önce
Ne ilmi, hepsi hikâye!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi