|
Siyasetçi, hangi köşe yazarını okuyor?
“Bu ülkede edebiyat daha çok mizah ve şiir demektir... Varsa yoksa mizah ve şiir! Genellikle kitleler halindeyken sağlanan beğeni; kısa ve ani kahkaha ve ışıltılar. Cümbüş. Karnaval. Ağdalı söz. Retorik. Hayranlık ve alkış. Sükut, sabır, ince ve derin düşünce, yoğun akıl; aman onlar uğramasın semtimize! Kabileler halinde, birbirimize verdiğimiz destekle yaşarız. Uzayan kol bizden olsun deriz, kendi adamımızı yüceltir, öteki kabileden olanların yerin dibine batması için elimizden geleni yaparız. Kabilevi davranma yeteneğimiz sınır tanımaz; parlak bir adamın arkasında kümeleniveririz; yeni kabileler oluştururuz hemence. Yücelttiğimiz adamımız da bize uygun davranır, o da sahip çıkar kabilesine; gönlümüzü hoş tutacak sözler eder; öteki kabile reislerini söz düellosunda yenebilmek için keskinleştirir dilini ve zekâsını. Biz onu alkışlarız, o bizi hayran bırakır; böylece yaşar gideriz. Düşünce ve edebiyat hayatımız da bu arada bozkırlaşmışsa ne gam! Mutluyuz biz kabilemizde, kabilemizle.

Gazetelerimiz de ilginç; bu alkış-hayranlık silsilesine uygun olarak, dünyanın hiçbir yerinde olmayan, yalnızca bize özgü bir köşe yazarlığı politikası var burada. Kitlelerin hislerine tercüman olan, onların hissettiklerini onlardan daha parlak cümlelerle söyleyen... Bir yamaçta okuyucu, diğer yamaçta yazar; kabile ve adamı, birbirlerini yankılayıp duruyorlar. Bu hengâmeden gündelik hayatlarımıza, insan ilişkilerine ise, 'Falancanın bugünkü yazısını okudun mu? Müthişti'den başka, geriye bir şey kalmıyor.

Herhangi bir olayı okuyucu, sevdiği yazarın nasıl karşılayacağını, kendisine ne kadar benzer bir tepki vereceğini, yarınki yazısında neyi tema edineceğini biliyor aslında ama bir de onun cafcaflı sözlerinde nasıl durduğunu görmek istiyor kendi cılız hissiyatının. Yazarın aynasında büyüyor okuyucu hissiyatının ve hoş duygusunun gücü; okuyucu kitlesinden aldığı alkış ve hayranlık dolu bakışlarla kendi söz söyleme gücünü keskinleştiriyor yazar. Artık onun da kabilesi var; kitleden yazara, yazardan kitleye insana güç veren bir enerji geçip duruyor. Farklı yazarları sevenler karşılaştıklarında, ellerindeki yazarlarından almış oldukları enerjiyle dolu çıplak kabloları değdiriyorlar birbirlerine.”

Bu uzun pasaj, 2001 yılında (henüz Ak Parti iktidarda değilken), köşe yazarlığının işlevinden yola çıkarak, ülkemizdeki düşünce ve sanat ortamlarının yeknesaklığı, çoraklığı üzerine yazılmış bir gazete yazımdan alınma. Şimdi olsa farklı bir dil seçer, millet olarak güçlü yanlarımızı, feraset ve basiretimizi daha çok vurgulardım ama toplumumuza, medyamıza bakınca manzaranın böyle olduğunu reddetmezdim. Hangimiz reddedebiliriz ki? O zaman da halimiz böyleydi, şimdi de böyle... 1980'li yıllara gitsek birbirini kırıp duran gençlerimize baksak da yine aynı manzarayla karşılaşacağımız kesindi. Çünkü segmenter bir toplum yapısına sahibiz. Burada sınıf mücadelesi yok ama semboller etrafında dönen segment mücadeleleri var. Duygusal bir zeminde cereyan ettiklerinden pazarlık imkânsız, toplumsal sözleşme zor. Kriz zamanlarında içimizden bir düşman üreterek dışarı atmaya, tüm kötülükleri onun üzerine boca etmeye meyyaliz. “Öteki”miz, kendi içimizde olduğundan dışarıya karşı bir ortak duyguyla harekete geçmekte de zorlanıyoruz.

Medyatik zihnin komplikasyonlarından birisi de, aktüaliteye kolay kurban vermek, tüketici bir açıklamaya yönelmek yerine popüler tüketicinin onayını kazanmaya çalışmak... Bu zihin biçimi öylesine baskın ki, hepimizi kuşatıp sarıyor. Sorunu berraklaştırmaya, çözmeye çalışmak yerine reytingi ve provoke edici gücü yüksek, kelime maymuncukları buluyoruz. Mesela “kutuplaş(tır)ma”, son dönemin moda maymuncuklarından... “Nasıl bir toplumda yaşıyoruz?”, “Bu toplumdaki nispeten kalıcı yapılar, sınıflar, kesimler, inanç toplulukları, güç mücadelesinin ve erkin somutlaştığı alanlar, konumlanışlar, ittifaklar, arayışlar neler, bunların küresel konjonktürde ne tür karşılıkları var?“, “Toplumun huzur ve refahı için medyanın, köşe yazarının üzerine düşen nedir?” gibi zor sorularla uğraşmak yerine, anahtarlığınıza takıyorsunuz moda maymuncuğu, açmadık kilit, girilmedik kapı kalmıyor size.

Yok yok; sakın yanlış anlaşılmasın. Akademik nitelikli yazılar olsun, köşe yazarlığı ilga edilsin falan dediğim yok. Tek derdim, medyatik zihne teslim oluşumuza; köşe yazarlığı müessesesinin toplumsal değişime değil de var olan segmenter yapının devamına yaradığına işaret edebilmek. Siyasetçi kutuplaştırıyor diye bağırıyoruz ama çoğumuzun işlevi, kutuplaştırmanın da ötesinde, “derin donduruculuk”. Ne akademisyenimiz ne deneme yazarımız, toplumumuzun anlaşılmasında, yeni görüşler, programlar oluşmasında siyasetçimize etkin fikirler sunabiliyor. Kim ne derse desin, bu ülkede değişimin yegâne aktörü, lider-merkezli diye eleştirip durduğumuz siyaset... Hepimiz, siyasetin kuyruğuna takılmış gidiyoruz, siyasi aktörlerin etkinliklerinden söz üretmeye çalışıyoruz. Siyasetçimizin “Bugün ne yazmış, söz cephaneliğimi değil ufkumu genişletebilecek hangi fikre imza atmış” diye merak ettiği kaç yazarımız var sizce? Öyleyse...
#aktüalite
#Ak Parti
#Siyasetçi
#köşe yazarları
8 yıl önce
Siyasetçi, hangi köşe yazarını okuyor?
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü