|
Orhan Okay’ın ardından/ Feraset ve ihtimam

14 Ocak Cumartesi. Orhan Okay Hoca'nın cenazesine gittim, berrak bir güneş ve latif bir rüzgar ile.



Malta çarşısından Fatih Camii'nin avlusuna doğru yürürken tanık olduğum bir kaç hikaye... Hepsi şefkat bahsine dair.



Kuytuda erimeden kalmış kirli karların üzerinde, bir esnaf burnu yaralı bir kedi yavrusuna merhem sürüyor. (Gittiğim cenazelere, ölüm haberi aldığım günlere dair zihnim daima “hayat fotoğrafları” biriktirir.)



Hoca'nın cenaze namazından önce tanık olduğum o şefkat sahnesi, neticeye varamadığım bir hususu netleştiriyor zihnimde.



Herkese karşı daima zarif ve kibardı hoca. Ama onun zarafetini başkalarından ayıran bir şey vardı. Adını koyamadığım bir şey. Tam o sıra o esnafın kedi yavrusunun burnuna sürmeye çalıştığı merhem ile aradığım kelimeyi buldum. Hocanın zarafetinin mayası şefkat idi.



Fatih Camii'nin avlusunda Türkiye'nin dört bir tarafından sadece cenaze namazı için gelmiş öğrencilerini gördüm. Hoca önlerde bir yerdeydi ama musalla taşının üstünde değil de yol göstermeye hazır mihmandar gibi. Sanki biraz sonra yürüyüşe çıkılacaktı. Yıllardır birbirini görmeyenler ayaküstü hasret gideriyordu.



Cenaze namazı için bekleyen kalabalığa bakarken Belkıs İbrahimhakkıoğlu'nun hocanın Nurettin Albayrak'ın ölümüne dayanamadığını söyleyen cümlesi kalbime aktı gitti.



“O benim yol arkadaşımdı...” diyerek öğrencisinin ölümünden duyduğu elem ile kavrulup kalmak, ancak şefkat ehline nasip olurdu.



**

Pazartesi günü tabii karşılaşma mekanlarını yitiriyoruz diye yazmıştım.



Hayatımıza giren her teknoloji hayatımızı bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değiştirdi/değiştiriyor/değiştirecek. Ne ki bazı değişikliklerin yükü ıstıraptır. Son ıstırap yüklü değişiklik sosyal medya üzerinden geldi. Herkesin herkese karıştığı, birbirini hayalet gibi “takip ettiği”, içindekini dışına sızdırdığı/kustuğu sosyal medya.



Sosyal medyayı ancak değişimin izini sürecek bir laboratuvar gibi kullanabiliriz. Oradan selamın ve kelamın çıkması mümkün değil. Orada yazılanlar asla mektup olmayacaktır, kimseye yol göstermeyecek, kimsenin kalbine değmeyecektir.



Oysa mektuplar çok önemlidir. Mektup, yazanın da okuyanın da yol arkadaşıdır. Mihmandarıdır.



Orhan Okay, Nurettin Topçu'ya yazdığı mektupları ve ondan gelen cevapları yayınlandı Eylül 2015 yılında: “Anadolu'dan Hatıralarla Nurettin Topçu'nun Mektupları.”



Oradaki her mektup için bir yazı kaleme alabilirim, benim için sosyolojik değeri çok yüksek mektuplar. Bu yazı için 1 Nisan 1957 tarihinde Merzifon'dan yazılmış mektubu seçtim.



Orhan Hoca, Artvin'de coşkulu bir tabiat buluşmasına tanık olduktan sonra Merzifon pek kurak gelir: “Artvin'den sonra doğrusu Merzifon'dan şikayetsiz bahsetmek biraz güç olacak.”



Şikayeti yokluklara dair: “Köylünün bir şeyi yok, sıhhati, ahlakı bitik.”



Etrafının maddi ve manevi yokluklarla kuşatıldığı taşrada iki rüya görür Orhan Okay. İkisini de ince ince anlatır üstadı Nurettin Topçu'ya.



İlk rüyası, haylaz çocukların olduğu bir rüyadır, rüyanın bir yerine daha sonra eşi olan sınıf arkadaşı Mübeccel de dahil olur. Mektup, “Sol elinin parmağında yüzük var. Nişanlı imişiz” diye bitiyor.



İkinci rüya Edirnekapı 17. İlkokulu'nda birinci sınıfı okuduğu dershanede geçiyor. Rüyasında Orhan Hoca o sınıfta, mektubu yazdığı yaşta. Altı yedi yaşındaki öğrenciler hocalarını beklerken birbirlerine “feraset” kelimesini soruyorlar. Keşke bana sorsalar diye düşünürken bir kız öğrenci kendisine “öğretmenim ihtimam nedir?” diye soruyor.



Orhan Okay hem rüyalarını yazıyor hocasına hem de Karamazof Kardeşler'de Dimitri Karamazof'un rüyasının eşliğinde kendi rüyasını tabir ettiği satırları:



“Dimitri gibi kendi kendime sordum, o sefil ve perişan talebeleri niçin rüyamda gördüm? Onlar Akif'in “sıhhati, ahlakı bitik” dediği Anadolu çocuklarını temsil ediyorlardı. Hele ikinci rüyamdaki çocuklar. Rahmetli Abdülaziz Efendi'nin rüyaları o rüyada geçen kelime ve mefhumlardan hareket ederek çözdüğünü görmüştüm. Rüyamdaki kelimeler üzerine düşündüm. O küçük talebelerin sorduğu kelimeleri. İlki ferasetti. “Feraset nedir?” diye soruyor çocuklar. Bilmedikleri bir şey ihtimal bu. Şimdiye kadar hocalarından “anlayış” görmemenin sembolüydü. Anadolu çocuğu hocasından anlayış ve feraset bekliyor. Hele “ihtimam” kelimesi. Talebenin gerek maddi gerekse ruhi bakımdan ihtimama ne kadar muhtaç olduklarını düşününce bu rüyanın yorumunu da Dimitri'ninki gibi benim için de bir irşat olduğu şeklinde çözmek istiyorum. Demek Anadolu bizden, önce feraset, sonra ihtimam bekliyor.”



Orhan Okay'ın mektubuna Nurettin Topçu nasıl mı cevap veriyor? Merak edenler onu kitaptan okusun. Cuma günü Orhan Okay'ın yazmadığı ama yayınlattığı “eleştiri” yazısının mihmandarlığında dün ile bugünün birbirine karışan renklerinin izini sürelim istiyorum. Ya nasip...


#Fatih Camii
#Orhan Okay
#Nurettin Topçu
7 yıl önce
Orhan Okay’ın ardından/ Feraset ve ihtimam
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti