|
Tufan/Meğer insan kendinden de incinirmiş...

Hakikat yolunda ilerleyebilmek için kendimizle yüzleşmemiz gerekiyor.


Birkaç hafta önce, Karanlığın bekçisi vicdan denetçileri başlıklı yazımda “seküler zihniyet bu durumu anlamayacak” diye bir cümle kurdum ve bazı okuyucularım kırgınlıklarını dile getirerek siz seküler kişilerin hiç dua etmediğini mi zannediyorsunuz dediler.

Şu hususu açıklığa kavuşturalım:

Hiçbirimiz ne tam seküler zihniyete sahibiz ne de mutmain mümin bir kalbe.

Durumu anlatmak için kimse alınmasın kırılmasın diye kendi tecrübemden bahsedeceğim. Kişinin ne kadar mutmain bir imana sahip olduğunu gözden geçireceği çok ibretlik bir akşamdı “İstanbul’un Perşembesi” adını verdiğim 27 Temmuz Perşembe akşamı.

Gökler karardığında evde idim. Gazeteye yazımı birkaç dakika önce göndermiş çalışmaya devam ediyordum. Merdiven boşluğunu aydınlatmaya yarayan çatının cam bölümünden korku efektine benzer sesler gelmeye başladı. Çalışmayı bırakıp mutfağa gittim. Tek kap yemek yapmaya üşendiğim için gündüz semt pazarından aldığım bütün sebzeleri yıkayıp ayıklayamaya, ocağa oturtmaya giriştim.

Mutfak zifiri karanlık, lambayı açtım. Daha sonra düşündüğümde kendimi en eleştirdiğim sahne olarak tam da bu anı hatırladım. Tipik bir vakit nakittir mottosunu bağlı modern birey olarak kendimce zamana direniyordum.

Yemekleri ocağa oturtunca (Afyon yöresinde çok kullanılır bu tabir), cep telefonumu elime alıp, yolda olduğunu tahmin ettiğim kardeşime, kütüphanede olduğunu bildiğim B’ye mesajlar yazmaya başladım.(B. İSAM’da ve “kıyamet görüntüleri”nin fotoğrafını attı DM olarak.)

Haberlere kulak verdim.

Balkondaki çamaşırlar ıslanmasın, daha o gün silinmiş camlar kirlenmesin diye panjurları indirerek, göklerden gelen habere zihnimde hiç yer açmadan öyle iş kotarıyorum.

“Teknik birey” olarak cep telefonu, bilgisayar, radyo arasında seyrettim durdum.

Sonra. Sonra. Allah ondan bin kere razı olsun, mahalle camimizin müezzini- ki insanın kalbini şak diye ortadan bölen bir sesi var-ezanı okumaya başladı. İşte o an kendimin en seküler haline rastladım. Utandım. İnsan kendinden de incinirmiş. İncindim.

İnsanın kendinden incinmesi... Ben bunu daha önce tatmış mıydım? Hani bir sınava girersiniz yapabileceğiniz soruları yapmadan çıkarsınız ve kendinize çok kızarsınız. Öyle değil.

Gök gürlerken salavat getirdim, şimşekler çaktıkça Allahuekber dedim elbet. Ama abdest alıp namaz kılmak hiç aklıma gelmedi, o vakit belki de bu vakit demek aklıma gelmedi.

Rahmetli büyükannem, gök gürlemesi duyunca namaz kılmaya koşardı. Hiç olmadı eline tesbihini alır kıbleye karşı otururdu

Kıyamet senaryosu, kıyamet görüntüleri, cümle içinde kullanıyoruz. Cümle içinde kullandığımız her şey sanki bilincimizden koparak bizden uzaklaşıyor.

“İstanbul’un Perşembesi”nden sonra daha önce J.Berger’in Dürer’in “Tufan” tablosuna dair yazdıkları geldi aklıma. A. Dürer, Tufan tablosunu 1525’te yaptığında 54 yaşında idi. Tablo bir rüyanın izleğinde dökülmüştü tuvale. Bakın A.Dürer o süreci nasıl anlatıyor:

“Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece , Paskalya’dan sonraki yedinci pazarın ardından, rüyamda bu manzarayı gördüm –gökyüzünden kaç pınar dökülüyordu. İlk sel benden beş altı kilometre uzakta , korkunç bir güç ve muazzam bir gürültüyle toprağın üstüne boşandı ve bütün toprağı hem paramparça etti , hem de sular altında bıraktı. O kadar sıkılarak korkmuşum ki hemen uykumdan uyandım. Sonra başka seller geldi; hepsi de birbirinden kuvvetliydi, sayılamayacak kadar çoktu, bazıları daha yakınlara ulaşmıştı. Sonra öyle bir yükseklikten döküldüler ki her tarafa aynı derecede sığlaşıverdi. Ancak toprağa değen ilk sular çok yakına geldiğinde, ki bu rüzgarla ve gökgürültüsü ile birlikte çok ani oluyordu, dehşetle ve bütün vücudumu saran titremelerle uyandım. Sonra uzun süre toplayamadım kendimi. Bunun üzerine sabah olup da yataktan çıkınca hemen gördüğünüz o resmi yaptım.

Tanrı her şeyi yoluna koysun.”

Aramızdaki fark 16. yüzyıl insanı olmak ile 21. yüzyıl insanı olmak farkı mı yoksa sanatın beslendiği pınarın farklılaşması mı?

Taziye:

Gazetemizin İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik’in minik Ecrin’i arkasında nur yüzü, zeki bakışları ile birkaç fotoğraf ve anı bırakarak ayrıldı dünyamızdan. Trafik kazasında yitirdikleri evlatlarının acısı ile ailenin kederi büyük. Canından can kopmanın acısı derin. Allah sabrı cemil nasip etsin. Minik Ecrin Cennet'in kapılarında karşılasın inşallah anne ve babasını. Amin.

#Türkiye
#Ersin Çelik
#Ecrin Çelik
7 yıl önce
Tufan/Meğer insan kendinden de incinirmiş...
Reis’i tanıdığım o günlerden bugünlere…
Hiçbir darbe bu kadar lanetlenmedi!
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti