|
Beyaz dokunuşlar
Havada süzülen şu kar tanelerinin yaptığına bir bakın; nasıl da örtüyorlar el ele tutuşarak hayat diye peşinde koştuğumuz şu sonu gelmez kargaşanın üstünü boydan boya? Bütün nefretlerimizi, kabalıklarımızı, kalabalıklarımızı, çiğliklerimizi, sığlıklarımızı, birbirimizin canını acıtmak için kurduğumuz bütün o süngü takılmış cümleleri, bütün o yaralayıcı didişmelerimizi, küçük ve o yüzden zor farkedilen, bazen hiç farkedilmeyen ve işte sırf bu sebeple fazlasıyla tahripkâr olabilen kötülükleri, kötülüklerimizi, açlıklarımızı, doymak bilmezliğimizi, abartılı takılar gibi üstümüze takıştırdığımız ihtiraslarımızı, kendimizden bile saklamaya çalıştığımız sırları, sırlarımızı, yalnızlığımızı, yalnızlıklarımızı, tenhalıklarımızı, karşılığını bulamayan bütün o duyguları, sıkışan, daralan, ama hiç azalmayan sıkıntılarımızı, bütün bunları, bunları ve başka şeyleri, haberdar bile olmadığımız yaraları, yaralarımızı, nasıl da görünmez hale getiriyor, unutturuyor, görünmezleştiriyor kar tanelerinin el ele tutuşarak hayatın üstüne yaydıkları bu lekesiz örtü...

“Nihayetinde minik buz kristalciklerinden oluşan bütün o mucizevî kar taneleri" dedi beyaz saçlı adam,"nasıl oluyor da dünyaya bu kadar sıcaklık katabiliyor?"

Hafifçe dışarıya doğru uzatarak gökyüzünden dünyaya düşen kar tanelerinin dilinin ucuna konmasını bekleyen çocuk, belki de sadece sonsuzluğun azıcık tadına bakmak istiyor. Aksini kim, nasıl söyleyebilir?

“Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamız gerçeğini hiçbir zaman değiştiremez" demiş geçtiğimiz günlerde dünyaya veda eden John Berger, 'Görme Biçimleri'nde.

Bir de şunu düşünün; herkesin tam sayılarla ilgilendiği bir zamanda, her hesapta kendini virgülün sağ tarafında bulan biçare küsurat ne hisseder?

“Kostümümü gördün mü, bir türlü bulamıyorum!" diye sordu telaşla Görünmez Adam. “Üstünden çıkarmamanı söylemiştim!" dedi çok bilen karısı.

“Neden beni hiç aramıyorsun?" diye sordu sitemle biri. “Çünkü daha kendimi aramayı bitiremedim!" diye cevapladı diğeri.

Kendine o kadar hasret kalmıştı ki, kapı her çalındığında “Acaba ben mi geldim?" diyerek heyecana kapılıyordu.

“Ey bahtsız! Tarihinin hiçbir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Laboratuarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok" diye yazmış merhum Peyami Safa, derin eseri 'Yalnızız'da.

Tuhaf bir kelime gibiydi; hangi dile çevrilirse çevrilsin, birkaç dakika içinde kendi diline geri dönüyordu.

Hiçbir dili yabancı görmeyen, kendisini her dilin yerlisi kılan insanlar da var.

“Gözünün gördüğüne inanmakta ne var" dedi meczup, “marifet inandığını gözünle görmekte!"
#Peyami Safa
#Yalnızız
7 yıl önce
Beyaz dokunuşlar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi