|
Bütün yolların sonu

Ölümü hayatın neredeyse en az telaffuz edilen kelimesi haline getirmiş bir zamanın insanlarıyız bizler. Toprakla kucaklaşarak dünyamızdan ayrılan hikmet ehlinden, ölümle barışık, zamanla barışık, gelip geçen hayatla barışık o eski gönül medeniyetinden tümüyle habersiz değiliz aslında. Ama haberdar olmakla bilmek, bilmekle anlamak, anlamakla kabullenmek arasında epeyce fark var. Yaşamakla yaşıyor olmak arasında, anlamakla anlamayı aramak arasında fark olduğu gibi…



Ebediyet fikrini hayatlarına mihenk edinen bilgeler dünyayı aydınlatan bir medeniyetin kandilleri olarak bulundular dünyada; bizlerse bir hicran sızısı olarak derinlerimizde hissediyoruz sadece kutlu miraslarını. Çünkü bir şey oldu zamanın içinde, bir mânâ kırılması yaşandı. Sonra biz, yani bu zamanın insanları, kaybettik adımlarımızı doğru güzergâhta tutan pusulaları. Dünya hayatının fanî olduğunu biliyorduk ama kabullenemiyorduk bu gerçeği.



Azaldık sonra büyük bir hızla. Bütün sermayesini hayata yatıran bir gaflete kilitlendik, bütün kazancı doyumsuzluk olan bir döngüye kapıldık, sarhoş olduk, soyunduk aklımızdan, izanımızdan, insafımızdan.



Eskiler, imtihanı zor verilir diyerek, her şeyin fazlasından muhafaza edilmeyi niyaz ederlerdi hep. Biz hep daha fazlasını istiyoruz sahip olduklarımızın. Oysa hakikati idrak edenlerin niyazıydı en doğru olan. Ömürler bir kum saati gibi durmadan tüketiyordu kendilerini. En büyük korkumuz da işte buydu bizim. Sadece ölümden değil, ölümü hatırlatan, ölümü bir köşede unutmamıza engel olan her şeyden de korkuyorduk ve korkuyoruz.



Modern zaman insanı için en büyük korku ölüm korkusu... Çünkü modern zaman, hayatı maddi olanla tarif ediyor. Maddi gerçekliğin dışında kalan her şey, bugünün insanı için anlaşılmaz, ulaşılmaz, bilinmez, dolayısıyla da korkutucu oluyor.



Çözülemeyen en büyük bilmece ölüm bugün... Çünkü maddi bilgi tükeniyor orada. Bu yüzden içinde ölüm olmayan bir hayat tasarlıyor, kurguluyor zamanın hayat mühendisleri. Ölümden konuşmuyor, ölüm üzerine fikretmiyor, mümkünse ölmemeye çalışıyoruz. Ama biz böyle istiyoruz diye, takdir-i ilahi değişmiyor, sırası geleni aramızdan alıp gidiyor ecel. Ölülerimizi alıp kabirlerine götürüyoruz ister istemez. Aslında çıktığımız her kabristan seferinde, kendi cenazemizin provasını da yapıyoruz. Bu düşünce, dünya dışında hiçbir şeye tutunamayan zamane canları için ne kadar sarsıcı bir etkiye sahip! Her ölüm haberi aslında biraz da bizim ölümümüzden! Her kabir, aslında bir parça bizim kabrimiz!



İşte bunun için istemiyoruz kabristanları hayatımızın içinde. Kabristan uzak olursa muhitimizden, ölüm de öyle olur zannediyoruz. Az ölüm olsun, kabristanlara az sefer edelim istiyoruz. Bunun için yolumuzu etrafında hiç kabristan olmayan muhitlere çeviriyoruz. Bunun için evlerimizi ölüm manzarası olmayan muhitlerden seçiyoruz.



Oysa yalan dayanıksız… Bir ölüm haberi alıyoruz çok geçmeden. Bir kabristan seferine daha çıkıyoruz çaresiz. Ölümden ne kadar saklanmaya çalışsak da, daima en çıplak korkularımızla kıskıvrak yakalanıyoruz. Ölen kim olursa olsun, biliyoruz ki bir sonraki seferin yolculuğuna adaylardan biri de biziz.

#Ölüm
#Hayat
#Ebediyet
7 yıl önce
Bütün yolların sonu
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’