Uzun ve fasılalı bir üniversite hayatım oldu. Sayısını hatırlamadığım kadar okuldan atıldım… Bir o kadar geri döndüm. Her bir sınıfı kaç kez tekrar ettiğimi ise hatırlamıyorum bile.
Neyse…
nın bir pazartesi günü,
nin Cebeci'deki binasının giriş kapısının önündeki merdivenlerde iki genç kız oturuyordu. Biraz endişeli, biraz meraklı etrafa bakınıyorlardı. Okulun yeni öğrencileri oldukları her hallerinden belliydi.
Selamlayıp yanlarına oturdum. Çekingen olmamalarını, okulda bir sıkıntı yaşarlarsa yardımcı olabileceğimi filan söyleyip biraz konuştum.
O günden sonra birkaç kez daha koridorda kantinde gördüm… Bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sordum. Zaten o ilk günün tedirginliğini çoktan atmışlardı. Okula uyum sağlamışlardı.
Hatırlıyorum bu iki genç kız da orta halli ailelerin çocuklarıydı. Tipik Anadolu insanlarının dişlerinden tırnaklarından artırıp okuttukları kızlardı.
Yıllar geçti.
Ben yine birkaç yıl aradan sonra okula geri döndüm. Bir af sınavında soru kağıtlarını dağıtan
Sınav başladı. Beni tanıyanlardan biri arkadan usulca seslendi, “Nasıl verebilecek misin sınavı, ağabey” dedi. Ben de “eh” anlamına gelen bir el hareketi yaptım.
Sınav sorumlusu asistan hanımefendi ayağa kalktı, “Arkadaşlar” diyerek sesini yükseltti. Devamında,
diyerek bana baktı.
Sırıttım! Başıma gelecekten değil de hatırımı soran öğrencinin başına bir hal gelmesinden çekindim.
Öylece bir 30 saniye kadar durdum. Sonra ayağa kalkıp kürsüye yürüdüm. Boş kağıdı asistan hanımefendinin önüne koydum.
deyip sınavdan çıktım.
Tabii ki okula o dönem kayıt yaptıramadım.
Gel zaman git zaman elbet okulu bir şekilde ben de bitirdim. Okulu bitirdiğime ilişkin belgeyi de oğluma aldırdım. O yıldan sonra bir daha o okulun kapısından içeri girmedim.
Bugün Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden bazı öğretim üyelerinin son Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) ile meslekten atıldıklarını görüyoruz.
İsmini listede görünce sadece şunu düşündüm:
… Sadece bu kadarını söyleyelim…
Yetsin!
olmakla övünüyorlardı. Yerel değerleri savunanları
la itham ediyorlardı.
Yerel olanı folklorik bir form olarak görüyorlar… Analarımızın, ninelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin ürettiğini nostaljik değerler olarak anıyorlardı. “Yüce değer” olaraksa yerkürenin her yerinde aynı olanı örnek gösteriyorlardı.
Küreselciydiler… Onlar için dünya küçük bir köydü. İstanbul'da ya da New York'ta oturmanın bir anlamı yoktu. Nasıl olsa, dünya vatandaşı olarak “küçük köy”ün her yerine ulaşabilirlerdi. Dünya onlar için
ydı.
Sermaye serbestçe dolaşabilirdi. Sınırların ne önemi vardı. Her bir etnisite kendi kaderine tayin edebilirdi. Böylece bütün dünya Balkanlaştırılabilir, mevcut devletlerden onlarca devlet daha teşekkül edebilirdi… Bütün bu yeni oluşumlara da
kefil olabilirdi!
Globalleşme adı altında kurulan yenidünya düzeni pazarlanırken aynen bu yukarıdaki savlar üzerinden pazarlandı.
Böylece fabrikası olanın değil “fikri” olanın… Üretenin değil, tüketiciyi etkileyenin daha çok söz sahibi olduğu bir düzen kurdular.
Değerleri tükettiler, sermayeyi yücelttiler.
Sonra bir de baktılar ki “asıl” olanları ihmal etmişler. Asıl olan, milletlerdi. Milletlerin orta kesimiydi. O kesimler, sermayeyi ve malı serbestçe dolaştıranlar daha da zenginleşirken fakirleşmişti. Ve nihayetinde her alanda “talepkarlık”ları artmıştı.
Bugün, dünyada yükselen milliyetçiliğin kaynağı budur. Globalleşmenin gerilemesi ya da zayıflamasının nedeni de budur.
Yani ki Trump'ın Amerika'ya başkan olmasının arkasında yatan da… AB'nin çatırdaması da… İngiltere'nin kendini AB'den çekmesi de bundandır.
Buna karşı etnisitelerin iç içe yaşadığı bölgelerde krizlerin ve çatışmaların derinleşmesinin nedeni de budur.
Çünkü, küreselciler kurdukları düzenin koruma iç güdüsüyle yakıp yıkmaktadır.
Peki Türkiye değişen yeni dünya düzeninin neresindedir?
Soruya birçok cevap verebiliriz.
Ama sadece
'ye verilen derse ve
terör örgütüne yönelik amansız mücadeleye bakmak yeterlidir.