|
Yangın büyürse...
Neredeyse üç asır süren bir yangın düşünelim. Son elli yılı daha şiddetli. Yangınla beraber gelen yağma. Sayısız kayıp. Emsali olmayan haksızlıklar, acılar. Nice bayındır beldenin, kıymetli kaynağın elden çıkması. Geride fakir bir Anadolu'nun kalması. Son yurt. İç kale. Kadim siper.

Türkiye, bu büyük yangından ne kurtarılmışsa, işte onunla kurulmuştur.

Nüfus yapımız, o kıyamet yıllarında nelerin yaşandığına dair bir fikir verebilir: Arnavut, Boşnak, Pomak, Roman, Gürcü, Çerkes…
Mesela bu topraklarda Dobruca diye bir yerleşim yeri yok, fakat Dobruca Spor Kulübü var.
Bunun anlamı nedir?

Öyle bir travma yaşanmıştır ki, ne olduğu ve nasıl olduğu daha yeni anlaşılmaktadır. Elbette cumhuriyetin ilk yılları da. İrade, milletten kaçırılmıştır. Maneviyat sahipleri devlet yönetiminden uzaklaştırılmıştır. Şu veya bu şekilde, Türkiye, hem aslından kopmuş, hem kendi içine kapanmıştır. Sonrasında, İslâm dünyasına sırtını dönüp batıya bakmıştır.


Suriye sınırı, bir köyü ortadan ikiye bölmüş, aileleri birbirinden ayırmıştır. Birkaç adım ötemizdeki o köy, nasıl olmuşsa olmuş, New York şehrinden bile daha uzağımıza düşmüştür.
Böyle bir kayıtsızlık yahut öncelik değişimi.

Milletçe uğradığımız haksızlıklara bir örnek verelim ki, tam olsun. Batı destekli Yunan birlikleri, işgal ettikleri beldelerimizi harabe haline getirmiştir. Bilecik, Bursa gibi birçok şehrimizi ateşe atmışlardır. Lozan'da savaş tazminatı olarak bize verdikleri, yine kendi toprağımızdır: Edirne ilimizin Karaağaç mahallesi. Evet, merkeze bağlı küçük bir mahalle.

***

Belli bir yaşımıza kadar hep aynı şeyleri duyduk, okuduk. Siyasilerden veya gazetelerden. Yerlilerden ve yabancılardan. Israrla, ülkemizin doğu ile batı arasında köprü olduğu söyleniyordu. Geçiş noktasıydık. Sütun değil, mozaiktik. Başkaları için stratejik öneme sahiptik. Büyük pazardık. Bunları bize iyice öğretiyorlardı.

Türkiye deyince akla deniz, güneş, kum gelmeliydi. Kebap, lokum, hamam ve o malum içki.

Şanlı bir mazisi olan koskoca bir millete reva görülen: Soğuk Savaş döneminde Avrupa'nın ileri karakolu, sonrasında garsonu.

Nihayet mevsim değişti. Rüzgâr döndü. Kalpler uyandı. Allah gözümüzü ve gönlümüzü açtı, göğsümüzü genişletti.

Millet, İslâm Birliği demeye, ümmet demeye başladı. Devlet, Filistin diyordu, Kudüs diyordu. Resmi makamlarımız ve yardım kuruluşlarımız, mazlumların olduğu her yerdeydi. Peşinden, kendi silahımızı yapmaya, millî projeleri canlandırmaya başladık.

Bunlar batılıların ve içimizdeki uzantılarının kabul edebileceği gelişmeler değildi. İşte asıl mücadele, esaslı uğraş, bu noktadan itibaren başladı. Türkiye'ye yönelik içerden ve dışardan saldırılar, ihanetler, yıkıcı hamleler.
Yaşananlar için 'İkinci İstiklâl Savaşı' tanımlaması yapmamızın birinci nedeni bu.

Öyle ya, eski günler ne güzeldi: “Türkiş kebap, Türkiş lokum…”

***

Türkiye, bir yandan tarihi adımlar atıyor, bir yandan da kendi içindeki sorunları çözmeye çabalıyordu. Topraklarımıza dönük onca kem göz ve kötü niyet varken, açık bırakmamak lazım gelirdi. 'Çözüm Süreci' denilen girişimde hatalar olmadı mı? Oldu. İhmal yok mu? Çok. Fakat bunları dillendirecek günlerde değiliz. Nihayetinde, ortada hiçbir haklı gerekçe yokken, neden bulunmazken, terör cenderesine tekrar girildi.
Talimat öyle geldi veya iyiliği bilmemek.

Şimdi, dualar eşliğinde, yaşananları takip ediyoruz.
Kalan son toprağımız, bu aziz vatanımız, tekrar yangın yerine dönüştürülmek isteniyor.
Yangından sonrasını kimse bilemez, kestiremez. Her ihtimal mümkün.

Yangına katkı sağlayacak her türlü sözden, davranıştan uzak durmalıyız. Sadece enkaz değil, vebal altında da kalırız.

Bir de hatırlatma yapalım:
Kıymet, genellikle, kaybettikten sonra bilinen bir şeydir
.

Hep söylüyoruz: Türkiye, gidecek başka yeri olmayanların ülkesidir. Son sağlam sığınaktır. Dünyanın toplamından daha fazla Suriyeli misafir ediyoruz. Ne kaçak göçmen, ne mülteci; hepsi kardeşimizdir, bize emanettir. Çok şükür.

Perşembe günü biraz gezdim. Alibeyköy, Gaziosmanpaşa ve Bayrampaşa. Yazımızın başında belirttiğimiz büyük yangın esnasında, Balkanlardan gelenlerin çoğunlukta olduğu sokakları dolaştım. Sokaklar, gelincik tarlası gibi, bayrağımızla süslüydü. Çok duygulandım. Kendimce, bu manzaradan bazı anlamlar çıkardım, notlar aldım.

Bayrak vatanı temsil ediyor. Vatan ise onur ve haysiyet demek. Namus ve hamiyet. Kimilerine göre de bütün bunlar hamaset.

Toparlayalım: Bu yangın büyürse, ilkine benzemez. Her iki cihanda da söndüremeyiz. Hepimizi yakar.

Bu üç cümleyi yanlış anlayan, kullanmak isteyen olabilir. Onlar için anahtar kelimeyi verelim:
Kardeşlik
.
#Dobruca
#Millet
#İslâm Birliği
#Filistin
9 yıl önce
Yangın büyürse...
Ak Parti-HDP görüşmesinde neler yaşandı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir